Güneyli bir yetkili, '2 Şubat 2008'de Talabani'nin Kerkük'te Türkmen ve Araplarla yapmış olduğu toplantı ve sonrasında Türkiye ziyareti, Kerkük politikası ve Irak'taki Kürtlerin statüsünü belirlemiştir. Kerkük sorununun altında Kürt statüsü belirlenmiştir. 22 Ağustos 2008'de Bağdat'ta Barzani ve Talabani'nin yaptıkları toplantıda, Talabani 'Kerkük bir Arap şehridir' şeklinde tavır takındı' diyor.
Öyle görünüyor ki, Kürtler şimdiden 36 paralele razıdırlar. Yeter ki o statüden daha geri bir konuma düşürülmesinler. Kerkük giderse ardı sıra Süleymaniye, Hewlêr ve Dohuk'un da gideceği bilinmelidir
YNK, özelde Celal Talabani Kerkük konusunda Arapların politikasına destek vermektedir. İsmini vermek istemeyen bir Güneyli yetkili; 'Sorunun bu düzeye gelmesinde YNK'nin Kerkük sorunu noktasında takındığı tavır oldukça belirleyici olmuştur' diyor
Güney Kürtleri duruşlarıyla işgale davetiye çıkarıyorlar
Kürtler ile Irak merkezi hükümeti arasındaki kriz giderek derinleşmektedir. İşin en tuhaf ve ilginç tarafı, Kürt yöneticilerinin yaşanan krizin derinliğini kendi basın ve kamuoylarından gizlemesidir. Güney Kürdistan bölgesinin medyası yaşanan soruna karşı ilgisiz mi? Yoksa sorunu olduğu gibi yansıtmaktan çekiniyorlar mı? Bilemiyorum. Yetkililer yaşanan gelişmeler hakkında basın ve kamuoyunu bilgilendirmiyorlar, bu açık. Ama bazı gelişmeler var ki, herkesin gözleri önünde cereyan ediyor. Buna dayanarak Güney Kürdistan'daki medyanın üzerine düşen tarihi bir misyonu yerine getirmediğini düşünüyorum.
Çünkü Arap orduları Diyala'ya girdiklerinden bugüne kadar operasyon üzerine operasyon düzenliyorlar. Resmi rakamlara göre dokuz-on günlük zaman zarfında yaklaşık olarak 800 kişi gözaltına alındı. Diyala halkı 'Operasyonlarda yakalanan 800 kişinin çoğunluğu resmi dairelerde çalışan Kürtlerdir' diyor. Bu operasyonlarla Diyala kent yönetimi tümden Kürtlerden arındırılıyor. İşin ilginç yönü hiçbir Kürt yetkili bu operasyonlara dur demiyor ve sessizliklerini koruyorlar. Bir şehirde bu kadar 'terörist' barınmışsa demektir ki, tüm şehir halkı 'teröristlere' yardım yataklık yapmıştır ve 'teröristlerin' çoğunluğu Kürt'tür. Acaba bu mümkün mü?
Diyala ve Xaneqin'den sonra sıranın Süleymaniye ve Hewlêr'e geleceğinden kaygılanıyorum. Mevcut politikalarla Arap ordularını Kerkük'te durdurmak mümkün değildir. Kürtler kendi duruşlarıyla Arap ordularına Güney Kürdistan'ı işgal edin davetiyesi çıkarıyorlar. Bunun ne kadar bilinçli ya da bilinçsiz olduğu başka bir tartışma konusudur. Burada sorgulanması gereken Kürt yetkililerin oldukça pasif bir tutum içerisinde olmalarıdır.
Öyle görünüyor ki, Güney Kürt yönetimi şimdiden 36 paralele razıdır. Yeter ki o statüden daha geri bir konuma düşürülmesinler. Kerkük giderse ardı sıra Süleymaniye, Hewlêr ve Dohuk'un da gideceği bilinmelidir. Mevcut durumda bile Güney Kürdistan'ın peşmerge ve asayiş güçlerinin maaşlarının ödenmesinde zorluk çekiliyor. Yine ekonomik hiçbir geliri olmayan bir Kürt hükümetinin göbekten Irak merkezi hükümetine bağlanmayacağını kimse söylemesin.
Bugüne gelinmesinde en büyük sebep, Güneyli güçlerin başta ulusal bir politikalarının olmayışı, yine kendi içlerinde parti (YNK ve KDP) çelişkilerinin en üst düzeyde devam etmesidir. Kendi içlerinde birlik ve ortak bir politikası olmayan güçleri kim ciddiye alabilir. İki ayrı peşmerge gücü, iki ayrı istihbarat örgüttü (Parastin, Zanyari), iki ayrı hükümet (Soran ve Behtinan), dış güçlerle iki ayrı devletmiş gibi ilişkilenmeler ve anlaşma yapmaları vb duruma nasıl açıklık getireceğiz.
Bu tabloya bakıldığında burada Kürt halkı adına olumlu tek bir şey çıkar mı? Ya da bu tabloyla güçlü bir duruş sergilenebilir mi? Elbette Arap ordularını Kerkük, Xaneqin, Diyala'ya çağıran daha sonra Maxmur, Şengal, Şexan, Dohuk, Süleymaniye ve Hewlêr'e çağıracak olan da bu duruş olacaktır.
YNK, özelde Celal Talabani Arapların bu politikasına destek vermektedir. İsmini vermek istemeyen bir Güneyli yetkili; 'Sorunun bu düzeye gelmesinde YNK'nin Kerkük sorunu noktasında takındığı tavır oldukça belirleyici olmuştur' diyor. Yetkili devamla şu önemli hususlara değiniyor: 'Kerkük politikasının dönüm noktası, Celal Talabani'nin 25 Şubat 2007 tarihinde hastalığının tedavisi bahanesiyle Ürdün'e götürülmesiydi. Asıl politika burada belirlendi. Daha sonra 2 Şubat 2008 tarihinde Celal Talabani'nin Kerkük'te Türkmen ve Araplarla yapmış olduğu toplantı ve sonrasında Türkiye ziyareti Kerkük politikası ve Irak'taki Kürtlerin statüsünü belirlemiştir. Sorun ne kadar Kerkük sorunu olarak görünse de Kerkük sorununun altında Kürt statüsü belirlenmiştir.'
Aynı yetkili şu bilgiyi de veriyor: 'Irak Parlamentosu'nda onaylanan 24 maddeyi tartışmak için 22 Ağustos 2008 tarihinde Bağdat'ta KDP ve YNK pilotbüro üyeleriyle Mesud Barzani ve Celal Talabani'nin yaptıkları toplantıda, Talabani 'Kerkük bir Arap şehridir, Kerkük konusunda yapabileceğimiz bir şey yoktur. Boşuna çaba harcamayalım' şeklinde tavır takındı, onun için yapılan bu toplantı sonuç almadan dağılmıştır.'
Yine bir taraftan Kerkük sorunu tüm sıcaklığıyla tartışılırken, diğer taraftan Celal Talabani Kerkük il yönetimine (polis, asker ve diğer resmi dairelere) yetkili düzeyde 300 Türkmen'in alınması için talimat veriyor. Böylelikle Kerkük il yönetiminde Türkmenlerin sayısı yaklaşık olarak 1500'e çıkıyor. Anlaşılan o ki, Celal Talabani sorun daha tartışma sürecinde iken yetkisini kullanarak Kerkük'ü Türkmen ve Araplara teslim etmek istiyor.
Sonuç olarak Kürtler, Araplar neden böyle davranıyor demekten ziyade, Kürtlerin kendi içlerinde neden birlik olmadıklarını, tarihi bir fırsatı bireysel ve ailesel çıkarlara kurban edilmesini sorgulamalılar. Sorunun çözümü, Kürtlerin birliğinden geçer. Çünkü ufukta Kürtler istemeseler de Araplarla son bir çatışma daha yaşanacağı görünüyor.
Kerkük konusunda vahim bir iddia
Heval
0 yorum:
Yorum Gönder