Karayılan: AKP'nin özünün ırkçı ve inkarcı olduğu açığa çıktı

Koma Civaken Kurdsitan (KCK) Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın sözlerine yanıt verdi. 'Ya sev ya terk et' demediğini söyleyen Erdoğan için 'özrü kabahatinden büyük' diyen Karayılan, Erdoğan'ın bölücülük yaptığını belirtti. Karayılan, Türklerin Kürtler sayesinde Anadolu'ya girdiğini ifade ederek, Kürtlerin tanınmadığı bir ülkenin bayrağını da taşımayacaklarını söyledi. Karayılan ANF'nin sorularını yanıtladı.

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 'ya sev ya terk et' anlamına gelen açıklamaları çok tepki topladı. Siz bu sözleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Özellikle son birkaç haftadan bu yana yaşanan gelişmeler mücadelemize karşı çeşitli düzeylerde devlet zirvelerinin toplanması ve bunların sonucu olarak Önderliğimize işkence saldırısı, artan baskı dozajı ve Erdoğan'ın bariz biçimde görülen üslup değişikliği, sertleşmesi, hareketimiz hakkında devletin yeni kararlaşma düzeyini açığa vuruyor.

AKP devletleşiyor

Sanırım çeşitli çevrelerde bizim söylediğimiz şeyleri söylüyor. AKP devletleşiyor devlet AKP'leşiyor ve tamamen bir devlet partisine dönüşüyor. Özelikle son kapatma davasıyla hizaya çekilen AKP için bu süreç tamamlanmıştır. Sistem dışı bir parti değildir artık. Sistemin merkezine yerleşmiş ve onu savunan, değişim, demokrasi benzeri söylemleri sadece demogojik amaçlı kullanan ve klasik, statükocu, devleti savunan bir partidir. Bu anlamda da Kürt siyasetinde artık AKP politikaları ile devletin öteden beri Kürtlere dönük yürüttüğü inkâr politikaları arasında bir fark kalmamıştır.

Çok iyi görüldü ki AKP ve onun genel başkanı Erdoğan'ın Kürtlere dönük önceden sarfettiği sözler bir gerçeğe dayanmıyor. Kürtleri kandırmaya, oy almaya dönük bir oyundan başka bir şey değildir. Kürt sorununa düzen partilerinden farklı bakıyormuş gibi görünmesine dini istismar etmesine ve para ile satın almaya çalışmasının yanı sıra diğerlerinden bir farkının olmadığı çok iyi ortaya çıkmıştır. Özünde Kürt politikasının kaynağı inkâr ve imhadır. Çizgisi Türk İslam sentezidir. Bu çizginin özünü şovenizm ve ırkçılık belirler. Erdoğan'ın bu son çıkışıyla birlikte AKP'nin özünün ırkçı bir bakış açısına dayandığı çok iyi görülmüştür. Biz öteden beri diyoruz ki, AKP takiyyeci bir partidir. Devlete karşı laiklik vb, konularda takiyyecilik yapıyor. En fazla takiyyeyi de Kürt sorununda yapıyordu. Şimdi takke düşmüş kel görünmüştür. Erdoğan çizgisinin özünün ırkçı ve inkarcı bir kaynağa dayandığı anlaşılmıştır.

'Ya sev ya terk et' anlamına gelen söylemler karşısında halkımız ve çeşitli demokratik çevrelerin verdiği yanıtlar oldu bunları çoğunlukla doğru buluyor ve katılıyoruz.

Kürtlerin yoğun tepkilerden sonra, Erdoğan 'ya sev ya terk et' demediğini söyleyerek, daha önce kullandığı ifadeleri tekrarladı...

Bu konuda demokratik kurumların verdiği yanıtlar da yerindeydi. Halkın yanıtları da çok anlamlıydı. Sonradan Başbakan 'ben bu sözü söylemedim benim söylediğim tek devlet, tek bayrak, tek vatan, tek millet, buna karşı çıkabilenler sevdiği yere çekip gidebilirler' dedi. Belki söylediği kelimeler aynı değildir ama anlamı aynıdır. Yani 'özrü kabahatinden büyük' denir ya öyle bir şey oldu. Sözüm ona düzeltmek istiyor ama söyledikleri aynı anlama geliyor. Diyor ki 'ben buyum sana dayattığım budur bunu kabul etmiyorsan sevdiğin yere git' dayatması ya Türk olacaksın ya terk edeceksin dayatmasıdır. Bir de bunu sen Kürt halkına söylüyorsun. Nerde söylüyorsun? Amed'e gitmişsin protesto edilmişsin, Dersime gitmişsin protesto edilmişsin, Van'a gitmişsin protesto edilmişsin, en son Hakkari'ye geliyorsun bu sözü ediyorsun. Yani sen Amed, Van, Dersim, Hakkari halkına diyorsun ki 'ya benim dediğimi kabul edeceksin ya da çekin gidin'. Bunun kapalı bir tarafı yok ki açıkça ırkçılıktır. Sen gücüne dayanarak, askeri, sömürgeci gücünce dayanarak geliyorsun başkasının ülkesinde o başkasına diyorsun ki çek git. Bu olacak şey mi? Kölelik döneminde bile bir köle imparatoru geldiğinde oradaki insanları o topraklara bağlar ve orda köleleştirir, yani sürmez, öyle 'çek git' demez. Tarihi belgeler ve arkeoloji bilimi çok iyi ortaya koymaktadır ki Kürt halkının bu topraklardaki tarihi çok eskidir. Yaklaşık on beş bin yıldır buralarda yaşıyor bu halk. Sen daha bin yıl önce gelmişsin, kime dayanarak? Kürtlere dayanarak.

Kürtler olmasaydı Türkler Anadolu'ya giremezdi

Mervani Kürt devletinin Alpaslan'la anlaşması olmasaydı Türklerin Anadolu'ya girmesi mümkün olmaya bilirdi. Sen öteden gelmişsin Kürtlerin sırtına dayanarak Anadolu'ya yerleşmişsin ve yıllarca yaşamışsın sonra diyorsun ki �Türk milletine dâhil olmayacak Kürtlüğünde ısrar edeceksen çek git� bu olacak şey midir. Sen dünyanın en eski halkına çek git diyebilir misin? Bu halk tek millet değildir. Türk değildir. Biz Türk değiliz. Zorla mı Türk yapacaksınız. Neymiş herkes Türk milleti oluyormuş hayır Atatürk'te ilk dönemde öyle söylememiştir. Türkiyelilik kavramını kullanmıştır. Kaldı ki sen kendin kullanıyordun daha birkaç yıl önce Türkiyelilik, üst kimlik diye. Biz özgür Türkiye vatandaşı statüsünde, Demokratik Cumhuriyet ekseninde halkların eşit, özgür birliği temelinde birliğe varız diyoruz. Ama siz 'hayır Türk milleti olacaksınız' diye dayatıyorsunuz. Yine orda Başbakan bazı şeyleri bizden çalarak kullanıyor. Diyor ki 'bunlar öldürmekle sonuç almak istiyor'. Bu bize ait bir değerlendirmedir. Biz diyoruz ki devlet öldürmekle sonuç almak istiyor. Evet başbakan öldürme güçlerini, özel kuvvetleri, öldürme makinelerini geliştirerek sonuç almak istiyor. Bu devlet 1925'ten bu yana hep öldürerek sonuç almak istemiştir ama alamamıştır. Yani kendileri adam öldürmekle, öldürme timlerini geliştirmekle, faili meçhul cinayetlerle, silahsız savunmasız insanlarımızı öldürmekle sonuç almak istemişlerdir.

Erdoğan kimlik siyasetinin alasını yapıyor

Şimdi kalkıp 'bunlar öldürmekle sonuç almak istiyorlar' diyor. Kendisi Türk kültürünü, Türkleşmeyi bize zorla dayatıyor sonra 'bunlar kimlik siyaseti yapıyorlar' diyerek bizi etnik siyaset yapmakla suçluyor. Oysaki başbakanın kendisi kimlik siyasetinin dik alasını yapıyor. Bizi zorla başka kimliğe sahip kılmak istiyor, sonra kalkıp bizim için 'kimlik siyaseti yapıyorlar, öldürmekle sonuç almak istiyorlar' diye suçluyor. Bu büyük bir çarpıtmadır.

Biz diyoruz ki halklar birbirine saygı göstermeli ve bir arada yaşamalıdır. Yani Lozan anlaşmasına dayanarak Kürtlerin 1924'ten sonra inkâr edilmesi yanlıştır. Bu o dönemde İngilizlerin meşhur halkları birbirine kırdırtma tuzağına düşmektir. Bu yanlışta daha fazla ısrar etmemek gerekiyor. İngilizler bir çerçeve çizmiş 85 yıldan beri biz o çerçevenin dışına çıkamamışız ve birbirimizle uğraşıyoruz. Artık bunun görülmesi gerekiyor. Burada bir halk vardır. Güney Kürdistan'da bakın üniversiteleriyle, edebiyatıyla, dil-kültür çalışmalarıyla bir devlet kuruluyor. Bir toplum, bir temel vardır. Sen bunların hepsini göz ardı edip, 'yok siz Türksünüz, her şeyinizle Türk olacaksınız' diyeceksin sonra bizi kimlik siyaseti yapmakla suçlayacaksın. Uçağını, tankını, topunu üzerimize göndereceksin ondan sonra diyeceksin ki 'bunlar sadece öldürmekle iş yapmak istiyor' Hayır bunun sahibi sensin. Biz değiliz.

Fehmi Koru çok isabetli değerlendirdi

Fehmi Koru çok isabetli bir değerlendirmede bulundu. 'Obama gibi çıkış yaptı Bush gibi oldu' dedi. Sanki başka düşünüyormuş, sistem dışı bir yaklaşıma sahipmiş gibi geldi ama şimdi gerçek yüzü açığa çıktı. Bir aldatmacayı yaşadığı ortaya çıktı. En şovenist ve ırkçı söylemleri açık açık dillendirdi. Aynı doğrultuda pratik uygulama da yapıyor. Halkın temsilcileri halktan özür dilemesini istediler çok doğru bir istemdir. Buna karşı 'hayır ben onu kullanmadım şunu kullandım� diyerek aynı sözlerini yineledi. Bu tehlikeli bir anlayıştır.

Bu açıklamalar Kürt sorununun saatlerce tartışıldığı altı devlet zirvesinin ardından yapıldı. Erdoğan'ın açıklamalar fevri sözler olarak değerlendirebilir mi?

Elbette değil. Bu bir tercihin somutlaşmasıdır. Erdoğan çok ikiyüzlüce, hırsızlayarak oy almış ve iktidara gelmiştir. Kendince tehlikeli eşikleri atladığını düşünerek artık kendi gerçeğini açığa vurmaktadır. Bazılarının dediği gibi bu fevri bir çıkış değildir. Bu özünün açığa çıkmasıdır.

AKP iktidarının bu politikaları Türkiye'yi nereye götürür?

Bu Türkiye'nin temel sorunlarını çözmez. İlker Başbuğ ve Erdoğan hükümetinin konsepti Türkiye'yi daha fazla karanlıklara sürükleyecek bir konsepttir. Türkiye'yi zorlayacak olan bunların tutumudur. Ekonomik kriz geliyor diyenlere Erdoğan diyor �Kriz yok bunlar felaket tellallarıdır� Dünyada kriz gelip kapıya dayanırken onlar terör zirveleri yaparak gündemi tamamen Kürt halkının özgürlük davasını nasıl boğabiliriz konusuyla dolduruyorlar. Son üç aydır yaptıkları tamamen budur. �Şöyle özel ordu kuracağız, şu ileri tekniği satın alacağız, daha fazla insan öldürme makineleri oluşturacağız. Arayışları budur, bunun peşindedirler. Bunların Türkiye'ye vereceği çok zarar vardır. Bunlar tekçi anlayışla Türkiye'yi düzlüğe çıkaramazlar.

Bölücü Erdoğan'ın kendisidir

Türkiye'nin yanı başında devletleşme vardır. Dünyanın gündeminde Kürt sorunu vardır. Kürt halkı uyanmıştır ve diğer bütün halklar gibi haklarını istemektedir. Bu bölücülük değildir. Sadece ve sadece kendi haklarını istemektedir. Ben şimdi şunu iddia ediyorum Türkiye'deki en büyük bölücüler 'ya sev ya terk et' sözünü kullananlardır. Bugün bölücü biz değiliz Erdoğan'ın kendisidir. Biz Türkiye'nin sağlam temellere dayalı birliğini savunuyoruz. Bazı köşe yazarları var -fikir üreten bir kısmını dışında tutuyorum- bazıları habire diyor 'PKK bölecek, bölmenin adımlarını atıyor'. Hayır, bizi anlamıyorlar. Biz diyoruz ki Türkiye zaten çatırdıyor bu kafayla Türkiye'yi felakete götürüyorsunuz. Bu Türkiye'yi bölünmeye götürür. Gelin bölme değil, halklarımız arasında düşmanlık değil kardeşliği ekelim. Saygıya dayalı kültür serbestliği olsun. Özgür birlik esaslarını kuralım yoksa Türkiye parçalanacak. Biz Türkiye'nin birliği açısından en makul siyasi projeyi sunuyoruz. Onlar ise habire bölmeyi dayatıyor.

Kürt halkı Önderliği için 17 Ekimden itibaren geliştirdiği eylemlerle şunu iyi ortaya koydu; 'Bizim Önderliğimiz Önder Apo'dur. Ona uzanan el bizim onurumuza, gururumuza uzatılmış el demektir.' Bunu ortaya koydu. İster beğen ister beğenme Kürt halkı Önder Apo'yu kendine önder olarak görüyor. Bu halk böyle görüyor. Şimdi senin elinde esirdir. Mücadele içinde esir düşmüştür. Şimdi sen bir öndere böyle işkence uygularsan, onu imha etme planları yaparsan, zirvelerde bunu tartışırsan bu Türkiye'nin birliğinin temeline dinamit koymadır. Başka bir şey değildir. Kürt halkı Önderliğine el uzatan bir devletle üç yüz yıl da sürse savaşır mücadelesini yürütür ve onunla bütünleşmez. Böyle çılgınlıkları akla bile getirmemek gerekiyor.

Bu ateşle oynamadır

Şimdi böyle şeyler tartışılıyor mu Türkiye'de? Tartışılıyor tabi. Zirvelerde neler tartışıldı açıklasınlar. Biz dedik ki �İşkence vardır, ölüm tehdidi vardır açıklama yapsınlar' Adalet Bakanı açıklamayı duyduğu gün hemen dedi 'Bir şey yoktur�. Nerden biliyorsun, kime sordun, oraya bir heyet gönderdin mi? Yok, ya müdüründen ya bir görevliden sormuştur. Yapan zaten 'yaptım' der mi? Kaldı ki sonradan farklı yollardan duyduk. Bakan 'dövme değil itme var� demiş. Demek ki var bir şeyler. Bu ateşle oynamadır. Biz şunu söyledik, Önder Apo'nun durumu Kürt halkı için kırmızı çizgidir. Bu Kürt halkının bir kararıdır. İradi kararıdır. Halk bunun için imza topladı. Üç buçuk milyon insan imza verdi. 'Sayın Öcalan' kampanyası çerçevesinde yüz binlerce insan gidip, başvururak kendini ihbar etti. Bunları basite alamazsınız. Dün 10 Kasım'dı. Atatürk'ün 70. ölüm yıldönümüydü. Türkiye anıyor biz saygı duyuyoruz. Bir liderdir ama bilinmelidir ki Kürt halkının da lideri Önder Apo'dur ve Kürt halkı her koşul altında önderliğine sahip çıkacaktır. Bu Kürt halkı için bir şeref, haysiyet ve onur meselesidir.

Türkiye'nin geleceğinin garanti altına alınması, Türkiye'nin sağlam bir temele dayandırılması projesini Önder Apo ortaya koymuştur. Onun dışında ne Kürt, ne Türk tarafından makul, özgür birliğin temelini güçlendirecek herhangi bir proje ortaya koyan yoktur. Şimdi sen böyle bir proje ortaya koyan kişiye işkence uygularsan bu şu demektir; 'Ben Kürt diye bir şey tanımıyorum. Özgür birliği kabul etmiyorum. Sadece ve sadece dediğim temelde bir birliği kabul ediyorum' Anlamı budur. Onun için Önder Apo'ya yaklaşım çok önemlidir ve halkımız bunu çok iyi anlamıştır. Halkımız sokaklara dökülmekle mücadele tarihinin en büyük serhildanlarını sergilemekle bunu anladığını göstermiştir. Bu açıdan biz bir kez daha diyoruz, halkımızın bu biçimdeki duruşu çok tarihsel ve anlamlıdır. Bu mesajı doğru okumaları gerekiyor. Bunu doğru okumazlarsa Türkiye'yi parçalarlar.

'Kürtsüz demokrasi kurayım' diyor

Bakın ben açık söyleyeyim, şu anda Başbuğ-Erdoğan hükümetinin yürüttüğü çizgi Türkiye'yi çok büyük tehlikelerle karşı karşıya getirecek bir çizgidir. Bu açıdan bundan vazgeçilmesi gerektiğini söylüyoruz. Bu konuda biz diyoruz ki barış geliştirilmeli, demokratik yaklaşım çözümdür. Başbakan diyor ki 'Silahla demokrasi olur mu?' Biz de zaten diyoruz silahla olmaz, silahları durdurun. Sen 250 bin askeri dağlara çekmişsin habire adam öldürme peşindesin. Sonra diyorsun ki 'Silahla demokrasi olur mu?' Bizde diyoruz olmaz ama sen şunu söylüyorsun 'Siz silahları indirin ben sizin kökünüzü kazıyayım öldüreyim, teslim alayım, Kürtsüz demokrasiyi kurayım' Bunun Kürt halkı ve bizim tarafımızdan kabul edilmesi mümkün değildir.

Böyle bir bayrağı hiçbir şerefli Kürt taşımaz

Yine Erdoğan Obama'ya gönderdiğimiz kutlama mesajı karşısında öfkelenmiş belli ki neden zenciler gibi yapmadığımızı, Türk bayrağını sırtlayıp taşımadığımızı soruyor. Erdoğan benim halkımın kimliksel haklarını tanıyor mu? Beni öz kimliğimle kabul ediyor mu? Türkiye Cumhuriyeti devleti Kürt halk kimliğini tanıyacak düzenlemeler yapmış mı yoksa zorla Türkleştirme ve katliam politikalarını mı uyguluyor? Erdoğan önce bunlara yanıt vermelidir. ABD bayrağını sırtlarında taşıyanlar Amerikan devletinin kendilerini zenci olarak kabul ettiğini ve tanıdığını iyi bilerek bunu yapmışlardır. Ama Türk devleti Kürt halkını yok sayarak mezara gömerek üzerinde bayrak dalgalandırmak istemektedir. Böyle bir bayrağı ben elbette ki taşımam ve hiçbir şerefli Kürt de taşımaz. Ancak bu bayrak çoğulcu, demokratik, eşitlikçi ve herkesin kendini içinde bulduğu Türkiye'nin bayrağı haline getirilirse o zaman sorun kalmayacaktır. Ortak değerlerin yükselişi de ancak bu biçimde gelişecektir.

Erdoğan'ın yaklaşımı Kürt Türk çatışmasını kışkırtıyor

Başbakanının yaklaşımı Kürt-Türk çatışmasını kışkırtan bir yaklaşımdır. Pompalı bir adam ortaya çıkmış Kürt gençlerine silah sıkıyor. Bu gençler silahlı değildir. Başbakan çıkıyor resmen böyle bir şeyin reva olduğunu beyan ediyor. Yarın bir Kürt-Türk kavgası olursa ya da herhangi bir yerde insanlar silah alıp Kürtlerin evlerini, işyerlerini basarsa bunun sorumlusu Erdoğan'dır. Bu tür girişimlerin hak görüleceğini söylemiştir. Bu anlamda üslubu çok tehlikelidir, çok kışkırtıcıdır. Ben bir kez daha halkımızı bu konuda uyarıyorum. Provokasyonlara gelmeyelim ama kendimizi savunma yöntemlerini geliştirelim. Halkımız bulunduğu her yerde, özellikle metropollerde mutlaka ve mutlaka kendi içinde geliştireceği iç örgütlenmeyle, öz savunma sistemiyle kendini savunmaya almalıdır. Çünkü bugün devletin zirvesindeki insanlar bir nevi �Böyle yaparsanız bizim toplumun da sabrı taşar sizi vururlar� diye fetva vermiştir ve bu söylemlere dönük bir düzeltme de yapılmamıştır. Bu Kürtlere ölüm fetvasıdır. Şimdiden olası bir katliama yol vermedir. Bu çok tehlikeli bir zihniyettir. Türkiye'yi seven, Türkiye'nin birliği ve bütünlüğünden yana olan herkesin her çevrenin bu tehlikeli politikaya karşı durması ve mücadele etmesi gerekir.

Aksu keklik soylu bir kimsedir

Dengir Mir Mehmet Fırat'ın AKP Genel Başkan yardımcılığından ayrılması yerine Abdülkadir Aksu'nun getirilmesi değişik tartışmalara yol açtı. Bunun AKP'nin Kürt sorununda izlediği politikalarla bağını kuranlar olduğu kadar Diyarbakır'ı kazanmak için Aksu'nun göreve getirildiğini ifade edenler de oldu. Bu değişikliği siz nasıl yorumluyorsunuz?

Başta şunu söyleyeyim Abdülkadir Aksu Diyarbakırlı olabilir ama keklik soylu bir kimsedir. Karanlık dönemlerin adamıdır. Onun Kürtlerle ve Amed ile bir alakası yoktur. Derin devletin inkâr ve imha politikasını uygulamada kullandığı bir maşadır, bir kellecidir. Onun için onun Diyarbakır'ı kazanmada bir rolü olamaz. Hele bu dönemde hiç olamaz. Nasıl olur da kendi konumunu, kariyerini, geleceğini kendi halkını katletme temeli üzerine kuran bir kişinin Amed gibi yurtseverliğini kanıtlayan bir yerden oy almada etkisi olabilir. Böyle bir şey olabilir mi?

AKP yeni sürecin kadrosunu oluşturuyor

O zaman nasıl yorumlanmalı?

Kamuoyunun da tartıştığı gibi AKP'nin takiyye döneminin bitmesi, Kürt sorunu konusunda netleşmiş bir üslup ve tarzı ortaya koyması durumu söz konusudur. Ben �Fırat saf dışı ediliyor o iyiydi' falan demiyorum. Bir karar verilmiştir bu karar çerçevesinde bu kararı uygulayacak ekibe ihtiyaç vardır. Bu anlamda en iyi uygulayacak şahsiyet Abdülkadir Aksu'dur. Aynı zamanda bu devletin derin kesimlerine de bir mesajdır. Derin devlete 'bizden yana kuşkunuz olmasın biz her şeyimizle sizin yanınızdayız' denmektedir. Sorumlu olduğu dönemlerde birçok karanlık olayın yaşandığı bilinen Aksu'nun AKP'nin ikinci adamı yapılması AKP'nin ciddi ve tutarlı bir biçimde Ergenekon'un üzerine gitmeyeceğinin göstergesi ve bu davanın gümbürtüye gideceğinin de işaretidir. Fırat, Aksu'ya göre biraz daha iyidir, en azından Kürtlüğünü söyleyebilen biridir. Muhtemelen bu tür politikalarda çok işlevsel olmayacağı düşünülmüştür ve bu temelde bir değişikliğe gidilmiştir. Yeni sürecin kadrosu oluşturulmaktadır. AKP'nin gelinen noktada özellikle 22 Temmuzdan beri sürdürdüğü politika İlker Başbuğ ve Erdoğan hükümetiyle birlikte çok daha somutlaşmış bir biçimde pratikleşme safhasındadır. Bu çerçevede yapılan bir kadro değişikliğidir. Artık Kürt halkı açısından daha sert ve daha tehlikeli bir uygulamayı geliştirmektedirler. Önderimize dönük uygulama bunun açık örneğidir. Bakın düzelecek benzeri açıklamalara rağmen ortada bir aydır işkence iddiası var, herhangi bir düzelme yoktur. Aksine Önderimize hücre içinde hücre cezası uygulanıyor. Zaten gazete, radyo, kitap verilmiyor. Yoğun bir psikolojik işkence süreci ve izolasyon devam ettiriliyor. Yani gayri ahlaki, gayri hukuki ve gayri insani bir yaklaşım giderek derinleştiriliyor. AKP bundan kendini kurtaramaz. Sorumsuz göremez sorumludur. Onlar Kürt halkını iradesizleştirmek, Önderliği bu biçimde bastırmak, geri adım attırmak istiyorlar.

Mesela uluslar arası komplo sürecinin geliştirilmesine ve bu temelde hareketimize karşı içten-dıştan saldırıların planlanıp pratiğe geçirilmesine rağmen sonuç alınamamıştır. En son Türkiye'nin Büyükanıt'ın öncülüğünde geliştirdiği diplomatik girişimler, açıklamalar tespitler vardır. Bunlarla bir süreç başlattı. Bu süreçle birlikte Önderliğimize dönük zehirleme saldırısı gelişti. Bu saldırı deşifre olduğu için bu süreç sürdürülemedi. Sonra ABD ile 5 Kasım 2007'de yapılan anlaşma çerçevesinde ABD'nin yine daha değişik ülkelerin katılımıyla daha kapsamlı bir süreç başlatıldı. Yüksek teknolojiye dayalı hava saldırıları, yine Suriye ve İran'ı buna katma çabalarıyla bize karşı bir süreç başlatıldı. Bizde buna karşı Êdi Bese Hamlesiyle karşılık verdik ve onları boşa çıkardık.

Yani 2007'den bu yana Türkiye'nin en kapsamlı saldırılarının geliştiği bir süreçtir. Buna karşı bizim durumumuz nedir? Bizim durumumuz da her alanda hem askeri, hem siyasi, hem ideolojik, örgütsel planda bir atağa geçtiğimiz, gelişmeyi, büyümeyi yaşadığımız bir süreçtir.

PKK'nin büyüdüğü ve geliştiği Türkiye'deki birçok çevre tarafından da kabul ediliyor ve bu yüksek sesle dile getiriliyor...

Evet bir biçimde bunu itiraf ediyorlar. Kimisi 92'lere benzeterek, '90'lara dönüldü' gibi değerlendirmelerle bunu itiraf ediyorlar. Ama işin hikayesi böyledir. İnkâr ve imha politikasının tıkanmayla karşılaştığı böylesi bir noktada bunlar Önderliğimize yöneldiler. Önderliğimize yönelimin amacı susturmak, konuşturmamak, düşünce üretmesini önlemek ve geri adım attırmaktır. Aslında bu Türk devletinin son kozudur. Elinde rehin tuttuğu Önderliğin yaşamını tehdit ederek içine girdikleri sıkışma ve daralmadan kurtulmayı amaçlamaktadırlar. Ama önderliğimiz çok büyük ve tarihsel bir duruş ile büyük bir kararlılık ve direniş sergilemiştir. 'Ben ölümden korkmuyorum kimseye böyle böyle yapın da diyemem ama bir barış süreci gelişirse ben buna katkı sunabilirim' demiştir. Bu çok görkemli bir direniştir. Her şeyi göze alan, Kürt halkının özgürlük davasında bir önderlik duruşudur.

Böylece sadece Önderliğimizin bu duruşuna değil bize de mesaj verilmek istenmiştir. 'Önderliğiniz elimizdedir gerekirse öldürürüz' Bizi böyle tehdit ederek durdurmaya çalışmışlardır. Ama Önderlik 'Ben ölümden korkmuyorum' diyerek bu kozu onların elinden almıştır. Yine Önderliğe işkence olayının duyulmasıyla birlikte halkımız kadını, erkeği, yaşlısı, genci, şehirlisi, köylüsüyle tüm halk kesimleri Önderliği sahiplenmiş ve şimdiye kadarki en büyük serhildan eylemliliğini geliştirmesiyle aslında Türk devletinin bu politikasını bu oyunda boşa çıkarmıştır. Bu tehlikeli oyundan vazgeçmesi için halkımız çok güçlü mesajlar vermiştir. Böylelikle Önderliğe, halka, gerillaya yönelmekle sonuç alamayacakları bir kez daha gözler önüne serilmiştir.

Katılımlar gittikçe artıyor

Onun için biz diyoruz ki; bu tehlikeli politikalardan vazgeçilmelidir. Böyle Kürt halk Önderliğine hakaret ederek, halkımızın gururunu inciterek, iradesini kırmaya çalışarak hiçbir sonuç alınamaz. Milyonlarca insan artık sopa zoruyla yola getirilemez. Bunu yaptıkça kaybediyorsunuz. Başbuğ 'katılımları önlemeliyiz' diyor ama katılımlar gittikçe artıyor. Hadi bakalım nasıl önleyeceksiniz. Bir de bunun toplumsal temeli vardır. Kürt halkı vardır ve bu çağda Kürt halkı gibi kadim ve kalabalık bir halkı yok sayamazsınız. Bu siyaseti sürdürürseniz bu kaos çatışma ve Türkiye'yi tehlikelerle yüz yüze getirir. AKP'nin bu konudaki tercihi gerçekten çok tehlikeli bir tercihtir. Bu yeni ulaşılan bir tercih değil aslında AKP'nin özünde bu vardır.

Örneğin Vecdi Gönül'ün 'Ermeni ve Rum tehciri olmasaydı milli devlet olamazdık' diye başlayan ve adeta Kürt sorununa atıfta bulunarak 'onları da sürseydik bugünkü sorunlar yaşanmazdı' demeye getiren açıklamaları Erdoğan'ın son açıklamalarının fevri açıklamalar olmadığını, ırkçılığın, şovenizm ve milliyetçiliğin AKP'nin özünde bulunduğunu ortaya koyan son örnek olmuştur. AKP ve Erdoğan gerçeği iyice açığa çıkmış bulunmaktadır. Bu politika aynı zamanda devletin politikasıdır ve bilinçli olarak başta Kürt halkı olmak üzere tüm diğer halklara ve inançlara uygulanmıştır.

Bu işkence ve yok etme politikasının sonuç almayacağını bir kez daha belirtiyoruz. Tabi biz artık sadece söylemekle kalamayız. Biz kendi yolumuzda ve çizgimizde daha da derinleşerek ve gerekli tüm tedbirleri alarak kendi geleceğimizi garanti altına almak durumundayız. Şimdi daha iyi anlıyoruz ki, bizim çocuklarımızın kollarının kameralar önünde kırılması, bizim analarımızın sokak ortasında potinler altında ezilmesi, bizim gençlerimizin, genç Yahyaların panzerlerin altında ezilmesi, en son olarak Önderliğimize işkence ve ölüm tehdidinin yapılması bunların hepsi bir sürecin birbiriyle bağlı halkalarıdır. Yani göz korkutarak, bastırarak, Önderliğiyle, gençliğiyle, hareketiyle, kadınıyla halkımızı teslim almak istemektedirler. Biz teslim olmayacağız, hiçbir biçimde olamayız da. Bunu iyi bilmeleri gerekiyor. Öyle uçakları üzerimize salarak, halkın çocuklarını öldürterek bizi teslim alacaklarını sanıyorlarsa bunlar büyük bir hayal peşindedirler. Bu dönem geçti. Kürt özgürlük hareketi milyonluk bir harekettir artık. Teslim olma eşiğini çoktan aşmıştır. Bunu bilmeleri gerekiyor.

O açıdan terk etmesi gerekenler inkâr ve imha politikasının sahipleridir. Zaten işgalci bir güçtür, gelmiş burayı işgal etmiş, Kürtler bu toprakları on beş bin yıldır yurt edinmiş bir halktır. Böyle bir topluma gelip 'çek git' diyemezsiniz. Siz gidin biz böyleyiz. Ha gitmez ve bizi çıkarmak isterseniz yapabilirseniz buyrun. Halkımızın cevabı bu olmuştur. Cevabımız nettir.

Adam öldürmekle hiçbir zaman sonuç almayacaklardır. Biz şiddete hiçbir zaman boyun eğmeyeceğiz, Hem adam öldürecekler, hem kan dökecekler, hem devlet terörünü uygulayacaklar sonra da dönüp bize terörist diyecekler bu kadar çarpıtma ve demogojiyle artık bir yere varamazlar. Halkımız bu oyunu anlamıştır. AKP'nin din maskesi de düşmüştür. Zaten son dönemin gerçekleşen en büyük olayı da budur. Bu oyun da bitti artık. Bir keresinde dinci görünerek bunu kullanmaya çalışacaksın, bir keresinde kardeşliği kullanacaksın bir keresinde başka şeyi kullanacaksın.

AKP'nin Alevilere yaklaşımı da suya düştü

Aleviler de tarihlerinin en büyük yürüyüşünü bu süreçte gerçekleştirdiler...

AKP'nin Alevilere yaklaşımı da suya düştü. Yürüyüşte ortaya konulan tutumlar bellidir. AKP herkese oynamaya çalıştı, herkese bir biçimde bir umut vermeye çalıştı. Alevi halkımıza da el atmaya çalıştı ve onlara dönük politikalarında da başarılı olamadı. Bütün alevi haklarını destekliyoruz. Biz Türkiye'de eşit özgür yurttaşların renkleriyle, etnisiteleriyle, özgürce ve kardeşçesine yaşamasını esas alıyoruz. Türk devletinin hem Kürt halkına, hem Kürt ve Türk Alevi halkına dönük baskısı bilindiği gibi at başı yürüyor. Kürtlere dönük her bir hamlenin ardından Alevilere dönük bir hamle gelir bu böyledir. Kürt özgürlük mücadelesinin yarattığı gelişme ortamında Alevilik artık ifade edilmekte, tartışılmakta, alanlarda on binlerle sahiplenilen bir düzeye gelmiş bulunmaktadır. Bu 88'lerden bu yana gelişen bir olgudur. Hatırlayalım. Alevi hareketinin öncülüğüne oynayan bazı kişilerin bu konuyu görmeden, bundan bağımsız sanki Alevi sorununu çözeceklermiş gibi bir doğrultu oluşturmaya çalışmaları yanlıştır. Bu baskıcı sistemin uygulamalarına karşı ezilen tüm kesimlerin omuz omuza vermesi gerekir. Kürt halkının bir kesimi de Alevidir ve tüm Türkiye'deki Alevi kesimler ile diğer bütün ezilen kesimlerin ve sosyal tabakaların bu baskıcı politikalara karşı birleşmeleri, tavır birliğine gitmeleri gerekir. Bundan saptırmak aslında halklarımızın bu konularda verdiği emeği ve çabaları boşa çıkarmaktır. Nitekim Alevi Hareketi içinde böylesi anlayış sahipleri vardır. Bunlar yanlıştır, bunlar Alevi Hareketine ve mücadelesine zarar veren kimselerdir. Alevi hareketi CHP'nin şovenist ve statükocu çizgisine takılarak Alevi haklarını elde edemez. Yeri orası değildir. Alevi Hareketi ile Kürt Özgürlük ve Demokrasi Hareketi arasına mesafe koymaya çalışmak büyük bir yanlıştır. Nitekim böyle düşünen ve bunu uygulamak isteyenler vardır. Gerçek anlamda Alevi kültürüne ve demokratik anlayışa sahip olan kişi ve çevrelerin bu yanlış politikalara karşı durmaları gerekmektedir.

Dikkat edelim Kürt Özgürlük Hareketinin gelişmesiyle Alevi Hareketinin kendini toparlama ve ifade etme zemini doğmuş bulunmaktadır. Eğer Kürt Özgürlük Hareketinin yaratmış olduğu bu ortam olmasaydı Alevi toplumunun kendini bu denli ifade etme zemini bulması mümkün olmazdı. Çünkü büyük bir baskı ortamı vardı. Devletin Sûnni inancına dayalı bir ekseni vardır. Bunu bilmeyen yoktur. Bunu da doğru anlamak ve doğru yaklaşmak gerekiyor.

Kısaca bana göre AKP'nin bu numaraları anlaşılmıştır. Dolayısıyla en son Önder Apo'nun da belirttiği gibi artık AKP'nin ömrü çok uzun değildir. Tansu Çiller de aynı akıbete uğradı, Ecevit de aynı akibete uğradı, Mesut Yılmaz da aynı akıbete uğradı. Şimdi başbakan Erdoğan'da aynı merdivende gün geçtikçe daha hızlı bir biçimde ilerlemektedir. Kürt davası çok köklü bir davadır. Bu dava birçok hükümeti bitirdi. Doğru yaklaşmayan AKP hükümetini de bitirecektir. Hükümetler gelir gider ama Kürt sorunu olduğu müddetçe bu sorun Türkiye'nin gündeminden düşmeyecektir. Kimse öyle şiddetle bu sorunu ortadan kaldıramaz ancak çözmekle bu sorun ortadan kalkabilir.

93 sürecinin aynısı tekrarlanmaz

Kürt demokratik kurumlarına, siyasal örgütlerine yine halka dönük baskılar yoğunlaştı. Hatta bazı yazarlar Çillerleşme dönemine işaret etti. Yeni bir savaş süreci mi kapıda?

Bazı yanlarıyla 94 sürecine benzetmek mümkün. O zaman Tansu Çiller-Doğan Güreş ikilisi sürecin başını çekiyordu. Şimdi de İlker Başbuğ-Tayyip Erdoğan ikilisi benzer bir yaklaşım içinde. Bir takım yeni oluşumlar yaratıyorlar, özel ordudur, özel timin Kürdistan'a götürülmesidir, yeni bir müsteşarlıktır, bu tür girişimlerle üstü örtülü OHAL gibi bir sistem geliştirmek istiyorlar. Bu yönleriyle Kürt Özgürlük Hareketini kapsamlı bir biçimde bastırmaya dönük bir harekatı planlamakta oldukları açık gözüküyor. Ama süreç �94 süreci değildir. Her şeyden önce bizim konumumuz çok farklıdır. Kürdistan Özgürlük Hareketi çok daha ileri bir düzeydedir. Özellikle ulusal ve uluslar arası boyutta siyasal yanı çok ön plandadır. Devrim hareketi ayakları üzerine daha iyi oturmuştur. Yine dünya koşulları daha farklıdır. Biliniyor hareketimize karşı uluslararası bir komplo süreci geliştirildi. Bugün bu komplocu güçler bir tereddüdü yaşıyorlar. Komployu devam ettirmek istiyorlar ama devam ettirdikçe sonuç almaktan uzaklaştıklarını görüyorlar. Dolayısıyla birçok gerçek daha fazla açığa çıkmıştır. Onun için ben �94 sürecinin aynısının tekrarlanabileceği ihtimalini çok düşük buluyorum. Ama bir baskı sistemi geliştirebilirler. Bu son hamledir. Türkiye'nin gideceği başka bir yer yoktur. Ne uluslar arası ne ulusal düzeyde yoktur. Artık yeni bir Kürt politikasına ihtiyaç vardır. Eğer onlar geliştirmezse onlara rağmen gelişir. Her şeyden önce bu böyle devam ederse biz kendi sistemimizi kendimiz kuracağız. Bu dava daha da derinleşecek ve genişleyecektir. Yani 94'deki gibi argümanları yoktur, rezervleri yoktur, tükettiler. Kamuoyunu ve Türk toplumunu daha neyle kandıracaklar, daha neyle avutacaklar. 'Bitirdik, belini kırdık' falan dediler artık bunların bir inandırıcılığı kalmadı.

90'lı yıllarda bunların bir başarısı yoktur

Her şeyden önce bir yanlışı düzeltmeleri gerekiyor. Birçok emekli ve de yalancı general televizyonlara çıkarılıp konuşturuluyor. 90'lı yıllarda başarılı olduklarını söylüyorlar, biri sürü yalan yanlış şey anlatıyorlar. Söyledikleri anlattıkları çoğunlukla gerçeklerden uzak, abartılı, yalan yanlış şeylerdir. Bunları çıkarıp konuşturmak anlamsızdır. Böyle atıp tuttuklarında bunlara sormak gerekir, 'O yıllarda başarılı olduysanız şimdi yaşanan gelişmeler nedir, nasıl olmuştur? 90'lı yıllarda bunların bir başarısı yoktur. Bir savaş vardı, sonra Önderliğimiz 1 Eylül '98'de ateşkes ilan etti. Daha sonra silahlı mücadeleyi bırakma kararı çerçevesinde hareketimiz silahlı mücadeleyi durdurdu. Ama bunlar diyorlar 'biz sonuç aldık� Siz nerde sonuç aldınız? ABD Önderliğimizi yakalayıp size teslim etti. Kendilerine pay çıkarıyorlar. 'Biz başardık� diyorlar. Ordan burdan ödül ikramiye falan almışlar herhalde o dönem yapılanların yerinde olduğunu söylemeye çalışıyorlar. Bunlar doğru değildir. O dönemde Türk toplumu yanıltılmıştır. Hiç kimsenin öyle bir başarısı yoktur. Bizim gücümüz 95'ten bugüne kadar azalmamıştır. Askeri güçlerimiz açısından belirtiyorum bizim askeri güçlerimizin sayısı hiçbir zaman düşmemiştir. 99'da azalmadı ki, 98'de azalmadı ki. Şimdi fark nedir. Şimdi askeri güçlerimizin bilinç düzeyi, fedai ruhu daha gelişkindir. Savaş ve manevra kabiliyeti ve performansı daha yükselmiştir. Sayı olarak o yıllarla aynıdır. Tabanımız ise genişlemiştir. Örnek daha önce Doğu Kürdistan'da bir faaliyetimiz yoktu ama bugün orda koskoca bir hareket gelişmiştir. Yine Kuzey Kürdistan'da tabanımız çok daha fazla genişlemiştir.

Yalancı pehlivanlar

Bu yalancı pehlivanların iki de bir çıkıp halka daha fazla yalan söylemelerine gereken yanıtları vermek gerekiyor. Gerillaya karşı ordunun mücadelesi vardır. İnişli çıkışlı durumlar olmuştur ama sonuç alma durumları olmamıştır. Bu dava daha devam ediyor. 25 yıldır devam ediyor. Başlangıçta gerillanın sayısı yüzlerle anılırdı şimdi binlerle anılıyor bunu devletin kendisi belirtiyor. Biz başlarken tek bir ilişkimiz yoktu sıfırdan başladık ama şimdi milyonlarla yürüyoruz. Bu doğru mu doğru, o zaman başarı nerededir. Açık açık yalan söylüyorlar. Yine 'eroin satıyor, bebek öldürüyor� gibi çirkin iftiralar atıyorlar. Biz bir halk hareketiyiz halka dayanıyoruz, bağımsız özgücümüze dayanıyoruz ve bütün baskılara rağmen de sürekli gelişmeyi yaşıyoruz. Bazen durakladık, kendimizi tekrar ettik, hatalar işledik ama şimdi güçlü özeleştiriler temelinde daha büyük gelişmelerin kapısını aralamış bulunuyoruz. Pozisyonumuz budur. Biz hatalarımızı ortaya koymuşuz, yürek varsa onlar da koysunlar. Yaşar Büyükanıt birkaç kelime doğru söylemeye çalıştı onu da boşa çıkardılar. İlker Başbuğ onu da ortadan kaldırıyor. Büyükanıt �En büyük hatamız 91'lerde PKK'ye karşı güneyli Kürtleri desteklemekti, bu yanlıştı' dedi. Şimdi Başbuğ tekrar aynı noktaya geldi. Niye çünkü politikaları doğru bir perspektife dayanmadığı için dönüp dolaşıp aynı hataları tekrar etmekten kurtulamıyorlar. Bu yüzden de çok fazla yalan dolan ve demogoji yapıyorlar. Bunu terk etmeleri gerekiyor.

İfade ettiğim gibi bir baskı dönemi olabilir fakat böyle bir baskı dönemi beraberinde zaferi getirir. Biz artık zafer için yürüyoruz. Tek şey var Önder Apo'nun özgürlüğü, tek yol var Önder Apo'nun özgürlüğü temelinde Kürt sorununun çözülmesi.

Türk devletinin Önder Apo'yu doğru tanıması, Kürt halkının iradesinin temsilini doğru ele alması, bu temelde Kürt halkıyla diyalog geliştirmesi bir çözüm getirebilir. Bunun dışında bir çözüm yoktur ve biz başka bir çözüm de tanımayacağız, bizim kilitlendiğimiz hedef budur. Pozisyonumuz güçlüdür. Dayandığımız rezervler de güçlüdür, önümüz de açıktır. Biz daha fazla ilerleyeceğiz. Türkiye demokrasi hareketi bu konuda hareketimizin yarattığı gelişmeleri kendi açısından doğru değerlendirebilmelidir.

Sen vurursan karşındaki de vurur

Seçimlerin daha şimdiden büyük gelişmelere yol açacağı bekleniyor, AKP ve devlet açısından Kürt Özgürlük Hareketini bitirmeye dönük ele alındığı biliniyor. Seçimlerin böylesi önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemde nasıl bir anlam ifade ediyor?

Elbette mücadelenin önemli bir aşamasında gerçekleşecek bir seçim olacak. Bu açıdan bir önemi vardır. Mesela halkın güçlü tutum koyarak barıştan yana tavır geliştirmesiyle barış sürecinin gelişmesine katkısı olabilir. Bunu DTP arzu ediyor, inkâr ve imha siyasetini geliştirmek durumunda olan sistem güçleri için de seçimler önemli olabilir ama ben şunu söylemek istiyorum seçimler bizim için o kadar büyük bir role sahip olmayacaktır. Biz hiçbir zaman kendi geleceğimizi seçimlere falan bağlamadık. Çünkü özgür seçimler yoktur. Çünkü karşıda bir devlet var ve bu devletin tüm imkanlarıyla ağırlığını koyması vardır. O açıdan belki DTP'li siyasetçiler önemini ifade etmek amacıyla bunun bir referandum olduğunu, söyleyebilirler ama biz öyle görmüyoruz. Yani biz bunu bir referandum gibi görmüyoruz. Referandum başka bir olaydır. Ama önemini vurgulamak için söylüyorlarsa olabilir. Özellikle sürecin, demokratik barışçıl çözüm sürecine kanalize olmasında bu seçimler bir rol oynayabilir. Yoksa bu seçimleri öyle çok belirleyici bir yere oturtmanın çok doğru olduğunu düşünmüyorum. Bizim için adeta sonucu tayin edecek bir olay gibi ele alınması doğru değildir. Biz öyle yaklaşmıyoruz. Belki yasal siyasi bir parti kendisi açısından böyle yaklaşıyor olabilir. Onu bilemeyiz, bizi de bağlamaz. Biz böyle ele almıyoruz.

Bazı kesimlerin geliştirdiği 'PKK yerel seçimleri düşünerek süreci geriyor, DTP'yi kapattırmak istiyor gibi kurgulamalar doğru değildir. Bunlar külliyen yanlıştır. Ortamı geren devletin kendisidir. Önderliğimize işkence yapılıyor halkımız sokağa dökülecektir tabi. Her gün alanlarımız uçaklarla vuruluyor biz de buna karşı Bezele çıkışını yapacağız tabi ki. Ne alakası var bunun ortamı germekle. Yani adeta öyle demeye getiriyorlar ki �Biz seni vuralım sen de otur izle' Öyle şey mi olur. Sen vurursan karşındaki de vurur. Biz daha önce de belirttik; bizim yürüttüğümüz savaş hala kontrollü bir savaştır. Ama bunu böyle sürdürürlerse bu kontrol ortadan kalkar. Biz misilleme hakkımızı kullanıyoruz daha.

Henüz sınırları olmayan savaş kararı vermedik

Türkiye'deki barış ve demokrasiden yana olan kesimlere şunu önemle belirtmek istiyorum; bizim yaptığımız şey misillemedir. Henüz biz daha sınırları olmayan bir savaş kararı vermiş değiliz. Ama böyle giderse bize rağmen bu kontrol kalkabilir. Fakat biz halen aklı selimin hakîm olmasını umud ediyoruz. Biz ne elden geliyorsa öyle her şeyi yapalım gibi bir durum içinde değiliz. Biz Türkiye'nin durumunu, Türkiye halklarına karşı sorumluluğumuzu düşünerek adım atıyoruz. Kimse öyle kendini yanıltmasın, biz rast gele ne elimizden geliyorsa yapalım, ortamı gerelim gibi bir yaklaşım içinde değiliz. Fakat kendimizi, Önderliğimizi, halkımızı savunmakta halkımızın iradesine, konumuna, kazanımlarına saldırılara karşı da yanıt vermekten bir milim bile taviz vermeyiz. Karşı taraf eğer geriyor ve saldırıyorsa biz buna yanıt vermek durumundayız. Tamam belki denebilir bu tuzaktır buna düşmeyelim. Bunu biz de düşünüyoruz. Farklı olasılıkları da tartışıyoruz yani süreci geren biz değiliz. Süreci geren devlettir. Süreci geren başbakanın üslubu, tarzıdır. Sen hem Kürt halkının Önderliğine işkence yapacaksın sonra Kürdistan'a gidip şehir şehir dolaşacaksın. Başbakanın kendisi süreci geriyor. Şimdi köşe yazarları niye bunu görmüyor da 'PKK şiddeti tırmandırdı� diye yazıp duruyor. Bunun anlaşılmayacak yanı var mıdır. Her gün kendileri diyor ki 'Uçaklarımız şurayı vurdu burayı vurdu, bu kadar operasyon yapıyoruz, bu kadar insan öldürdük'. Peki, karşı tarafın da buna karşı hamle yapabileceğini niye düşünmüyorsunuz. Bizim uçağımız yok ama bizim de yüreğimiz, irademiz, gerillamız var. Tarzımız vardır biz kendimizi savunuruz ve bizim halkımız vardır, bizim çocuklarımız vardır, o küçük generallerimizin taş fırlatması vardır, halk olarak imkanlarımız vardır. Bizim de ona karşı küçük çocuğumuz taşını fırlatır -o özgürlük taşıdır- geleceği yaratan taştır. Bizim de gerillamız fedaice eylemini koyar ve halkımız sokağa dökülür.

Biz bir halkız. Özgürlük çabası içinde olan, özgürlüğünü isteyen her halk gibi kendi kültürünü, tarihini yaşamak isteyen bir topluluğuz. Halkımızın bu sesi görülmeden 'PKK terörü tırmandırıyor' demek doğru değildir. Devlet terörü gelişmektedir bunu niye görmüyorsunuz. Devlet terörü İmralı da, şehirlerde, kırlarda ve Irak'ta gelişmektedir. Güneyde gelişmektedir. Bunu görmeyerek sadece gerillanın savunma eylemlerini görüp 'PKK şiddeti tırmandırmak istiyor, seçimler için ortamı geriyor' gibi değerlendirmeler yapmak yanlıştır. Doğru da değildir. Tek taraflı, bir tarafa bakarak yapılan değerlendirmelerdir ve her zaman da yanlış sonuçlara götürür. Nitekim Türkiye'deki birçok değerlendirmecinin içine düştüğü durum da budur.

Sayın Öcalan'ın durumuna ilişkin Kürt halkının tepkileri sürüyor. Son olarak bu konuda söyleyecekleriniz var mı?

Bundan sonra da halkımız bu çok anlamlı yurtsever duruşunu sürdürecektir. Kuşkusuz Türk devletinin bu yöndeki politikasını tüm halkımız gözetlemelidir. Çünkü devletin siyasetinin esası böyle anlaşılabilir. Şimdiye kadar herhangi bir değişiklik yok. Tersine hücre içinde hücre cezasıyla işkence sisteminin daha fazla derinleştirilmesi söz konusudur. Bu izlenecek, takip edilecektir. Türk devletinin bu konudaki yaklaşımlarının hem İmralı'da hem dışarıda değişmemesi halinde halkımızın tutumunun daha üst bir aşamada daha ileri bir tarzda yetkinleştirmesi gerekmektedir.

Bu anlamda hem örgütlenme faaliyetlerinin, hem eğitim çalışmalarının, hem sistem oluşturma faaliyetlerinin hem eylemselliğinin daha etkili bir yoğunlaşmaya tabi tutulma gereği vardır. Bütün yurtsever, demokratik kurumların kendini buna göre hazırlaması gerekmektedir.

Ayrıca Türkiye'deki demokrasi hareketinin de tutumu sürecin yönlendirilmesinde büyük önemdedir. Biz şunu söylüyoruz; süreç çok tehlikeli bir aşamaya ulaşmadan bu tehlikeli gidişin önüne geçme şansı halen vardır. Ama önüne geçilmezse bu ikilinin Türkiye'yi büyük bir kaos ve uçuruma sürükleyeceği, ekonomik krizle beraber gelişecek olan çatışma sürecinin, hele hele Erdoğan'ın bu kışkırtıcı üslubuyla, iç çatışmaya davetiye çıkaran mesajlarıyla işe yaklaşılırsa bunun çok tehlikeli bir dönemi beraberinde getireceği açıktır. Biz bu nedenle herkesin üzerine düşen sorumluluklara sahip çıkması gereğini bir kez daha önemle belirtiyoruz.

0 yorum:

Heval

Kurdish Music