Tunceli Valiliği'nde yapılan aramada AKP'ye ait seçim propaganda malzemesi bulundu. Polisin araması devam ediyor.
Tunceli Valiliği Özel İdare Genel Sekreterliği'nde bugün yapılan İl Genel Meclis toplantısına katılan DTP'li üyeler, İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği'ne ait bodrum kattaki depoda, AKP'nin seçim malzemelerinin tutulduğunu belirterek, burada arama yapılmasını istedi.
Atatürk mahallesinde Tunceli Valiliği binasının yanındaki İl Özel İdare binasının bodrum katındaki depoya inen İl Genel Meclisi üyeleri, burada AKP'ye ait seçim afişleri, parti bayrakları, flamalar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 24 Ekim 2008 günü kente geldiğinde partililerin astığı pankartlarını bulduklarını söyledi. DTP İl Genel Meclisi üyeleri cep telefonları ile afişleri götüntülediklerini söyledi ve bu görüntülerle Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı'na giderek suç duyurusunda bulundu.
DTP'lilerin yaptığı suç duyurusunu inceleyen savcılık, sözkonusu binada arama yapılmasını kararlıştırdı. Nöbetçi Savcı Ali Çetin'in talimatıyla polis İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği deposunda arama başlattı. Savcı Çetin'in gözetiminde arama çalışmaları sürerken, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Mehmet Tunç da hazır bulundu.
Pankartlar saklandı
Tunceli İl Özel İdaresi'ne gelen Cumhuriyet Savcısı Ali Çetin, bodrum katında yaptığı incelemede ilk etapta bir şey bulamazken, DTP İl Genel Meclis Üyesi Özgür Söylemez'in, delilerin yerinin değiştirilebileceği ihtimali üzerine başka bölümlere de baktı ve bulduğu AKP'ye ait 7 pankartı savcıyı teslim etti. Konuya ilişkin bilgi veren DTP İl Genel Meclis Üyesi Halil Ateş, 'Çok sayıda AKP bayrak ve broşürü de bodrum katındaydı. Ancak, çoğunu yok etmişler. Arkadaşımızın bulup savcıya teslim ettiği 7 pankartı da başka bir yere saklamışlardı' dedi. DERSİM
Valilik AKP için çalışıyor!!!
Gönderen Kurdish zaman: 03:10 Etiketler: akp, akp seçim 2009, dersim, dersim valisi 0 yorum
Münafık Erdoğan,Yalancı Erdoğan MKM
MKM'den yeni bir klip: Davos'ta müslüman Kürdistan'da münafık
Mezopotamya Kültür Merkezi sanatçıları tarafından yeni bir klip çalışması yapıldı. Son dönemlerdeki politik gelişmelerin ve bölge halkına yönelik baskı ve şiddetin işlendiği klip büyük ilgi topladı.
Müzik kanalı MMC tarafından yayınlanmaya başlanan klip görüntüleri ve sözleriyle dikkat çekiyor.
Ne iktidar, ne cennet,
Derdimiz insan bizim.
Onurlu yaşam için,
Yönümüz Güneş bizim.
Özgürlük kavgamızı,
Sen satın alamazsın.
Makarna ve kömürle
Artık kandıramazsın...
Gönderen Kurdish zaman: 03:44 Etiketler: akp, dtp, yalancı erdoğan 0 yorum
'AKP'nin İslamiyet ile ilgisi yok'
İstanbul Din Adamları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (İDAYDER) tarafından yaklaşan yerel seçimlere ilişkin düzenlenen toplantıda AKP Hükümeti'nin dini kullanarak halkı kandırdığına dikkat çekildi.
İDAYDER yaklaşan yerel seçimleri ilişkin Bağcılar'da bulunan Bitlisliler Derneğinde geniş katılımlı toplantı düzenledi. Toplantıya çok sayıda imam katıldı. Toplantıda ilk sözü alan Mele Kerem Soylu, İslam dinin Hazreti Muhammed'in mücadelesi ile başladığını ve mücadelesinin 23 yıl sürdüğünü hatırlatarak, kendilerinin de ülkeleri ve Kürt halkı için bir şeyler yapmaları gerektiğini dile getirdi.
Soylu'nun ardından söz alan Mele Seyithan ise, dünyada en kutsal şeyin insanın dili olduğunu ifade ederek şunları belirtti: 'Ne yazık ki dilimiz, kültürümüz ve dinimiz elimizden alınmıştır. Bugün Türkiye en başta Kürtlerin diline kültürüne zulüm yapıyor. İslam'da bir halkın dilinin kültürünün inkarı o halka küfür edildiği anlamını taşır.'
AKP Hükümeti'nin dini kendi amaç ve çıkarları için kullandığını ifade eden Seyithan, yaklaşan seçimlerde AKP'ye tek bir oy verilmemesi gerektiğinin altını çizdi.
'AKP'nin kardeşliği bir yere kadar'
Mele Celadet Han ise herkesin bildiği kadar ve imkanları dahilinde diline kültürüne sahip çıkması gerektiğini söyledi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 'Tek dil, tek bayrak, tek millet' anlamına gelen sözlerine değinin Han, 'İslamiyet bunun zulüm olduğunu söylüyor. Dolayısıyla Erdoğan'ın İslamiyet'le bir alakası yok. Ya dinlerini almamışlar ya da dinlerini satıyorlar. AKP kardeşlik sloganı atıyor fakat AKP'nin kardeşliği bir yere kadar gidiyor, ondan sonra AKP'nin gerçek yüzün ortaya çıkıyor' dedi.
'Rantçı' dedi bahsi kapattı
Başbakan Erdoğan, Doğan Medya Grubu'yla ilgili beklenen açıklamasını yaptı. Erdoğan, sansasyonel açıklamalar yapacağı beklentisinin aksine, 'Bundan sonraki süreçte yayıncı kimliğinizi kullanarak işadamı olarak yürüttüğünüz işlerde imtiyaz talep etmeyeceğinizi umuyorum. Bu bahsi şimdilik kapatıyorum' dedi.
İddiaları tekrarladı
Doğan holdingle girdiği kavgayı yeni bir aşamaya bu gün yapacağı açıklamayla taşıyacağını duyuran Başbakan tayyip Erdoğan beklenen konuşmasını dün yaptı. Partisinin Beyoğlu İlçe Kongresinde yaptığı konuşmanın yaklaşık 45 dakikasına Doğan Medya Grubu'na ayırdı. Geçtiğimiz hafta Güngören'de 'Bir hafta sonra Doğan Grubu hakkında açıklama yapacağım' diyen, Aydın Doğan'ı 'açıklamazsan ben açıklarım' sözleri ile pazarlığa davet eden Erdoğan geçen haftaki iddialarını tekrarladı, Aydın Doğan'ın kendisine gönderdiği mektuba atıflarda bulundu.
Aydın Doğan bir hafta süre verdiğini artık taşları yerine oturtmanın zamanı geldiğini söyleyen Erdoğan, Doğan grubunun rahatsızlığının nedeni olarak 'hurtumların kesilmesini' gösterdi. 'Hortumlar kesildi, kesilince rahatsızlık başladı. Geçim kaynakları orasıydı. Artık bitiş başladı alıştıkları büyüme sona erdi. Siyasette uzantıları var. Ordan hiçbir şey kapamazsınız' dedi. Erdoğan siyasetteki uzantı olarak daha önce CHP'ye işaret etmişti. 'Kimse sap ile samanı karıştırmasın. Bizim açımızdan mesele Almanya'da görülen bir dava değildir' diyen Erdoğan suçlunun cezasını çekeceğini söylerken, İçişeri Bakanlığının Türkiye'deki Deniz Feneri'ni düzenli olarak denetlediğini söyleyerek Türkiye'deki derneği yine koruma altına aldı.
Gazeteler mahkemelerden rol çalmakla ve iftira atmakla suçlayan Erdoğan, basın konseyinin kendilerine göndrdiği ültümatom'a da 'sen kimin de bana ültimatom çekiyorsun. Benim ülkemde kabul edilmeyen bir basın konseyi!' ifadeleri ile sert tepki gösterdi. Antep Belediyesi hakkındaki yolsuzluk iddialarının doğru olmadığını tekrarlayan Başbakan 'Peki şimdi Asım Güzel beyin hakkını kim iade edecek?' dedi. Aydın Doğan'dan maaş alan kalemşörler olduğunu tekrarlayan Erdoğan 'Bundan sonra hiç bir talebinize olumlu cevap alamayacaksın sayın Aydın Doğan. Hesabını ona göre yap. Bedelini biz ödemeye hazırız' diyerek Doğan'la uzlaşmayacağı mesajını da verdi. Doğan'ın kendisine gönderdiği mektuptan bahseden Erdoğan, 'Şahsıma gönderilen mektupları açmak pek adetim değildir ama bana mektuplarında işadamı ve yayıncı olmak üzere iki ayrı şapkası olduğunu yazıyor Aydın Doğan. Ama anlaşıldığı kadarıyla şapkaları karıştırıyor' dedi.
İSTANBUL
Mersin belediyesinde yolsuzluk operasyonu, 50 gözaltı
Mersin belediyesinde yolsuzluk operasyonu, 50 gözaltı
15:06
Mersin'de CHP'li Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Mersin Su ve Kanalizasyon İdaresi (MESKİ) ile TEDAŞ'ın taşeron firmalarına yönelik düzenlenen operasyonda yolsuzluk yaptıkları gerekçesiyle 50 kişi gözaltına alındı.
Alınan bilgilere göre, MESKİ ve TEDAŞ'ın abone açma ve kapama işlemlerini yürüten 2 ayrı taşeron firmanın sahte evrak düzenleyerek açma kapama yaptığı, yüklü miktardaki borçları rüşvet karşılığında düşürdükleri belirtildi. Adı açıklanmayan taşeron firmaları 6 ay takibe alan polis, bugün sabah belirlenen adreslere eş zamanlı baskın yaptı. Yolsuzluk yapan taşeron firma çalışanı 50 kişi gözaltına alınırken birçok evrağa da el konuldu. Zanlılar için 3 gün gözaltı süresi alınırken, gözaltı sayısının artabileceğini belirtiliyor.
MERSİN / ANF
Gönderen Kurdish zaman: 08:37 Etiketler: akp, dtp, mersin belediye 0 yorum
İşte DTP'nin eylem takvimi
DTP, Türkiye için bir demokrasi sınavı olan kapatma davası, Ergenekon davası ve Kürtlerin anadil talepleri için alanlara çıkıyor
DTP, hakkında açılan kapatma davası, Ergenekon davası ve TZP Kûrdi'nin başlattığı anadil kampanyasına ilişkin çeşitli eylem ve etkinlikler düzenleyecek. Buna göre; 15-16 Eylül'de 'DTP kapatılmasın' yürüyüşleri organize edilecek, 16 Eylül'de Diyarbakır'da Halk Mahkemesi kurularak, kapatma davası görülecek. Anadil kampanyasına aktif katılım olacak ve konu Meclis'e taşınacak.
Öte yandan Ergenekon davasına müdahil olmaları için mağdurlar harekete geçirilecek ve 20 Ekim'de mağdur aileler Ankara'ya gönderilecek. 19 Ekim'de İstanbul, İzmir, Ankara, Mersin, Van, Silopi ve Malazgirt'te; 26 Ekim'de ise Diyarbakır, Batman, Kurtalan, Yüksekova, Nusaybin'de AKP ve devletin Ergenekon kapsamında yargılanmasını talep eden mitingler düzenlenecek.
DTP eylem atağında
DTP Eşbaşkan Yardımcısı Kamuran Yüksek, gazetecilerle yaptığı toplantıda eylem planını açıkladı.
DTP'nin kapatılması, TZPKûrdi tarafından başlatılan anadil kampanyası ve Ergenekon'a ilişkin bir dizi açıklamalarda bulunan Yüksek, Kürt sorununun gündemden düşürülerek ötelendiğine dikkat çekti. TSK komuta kademesinin Bölge'ye yaptığı ziyaretlere de işaret eden Yüksek, sorunun çözümü için yeniden askeri yöntemlerin devreye sokulduğunu, inkar ve imha politikasının etkili hale getirildiğini söyledi.
'Ergenekon devlet, devlet AKP'dir' Kürt sorununun çözümünün yeniden ve acilen gündeme getirilmesi gerektiğini belirten Yüksek, Ergenekon'un AKP tarafından 'Devlet içindeki çete yapılanması' olarak tanımlandığını, CHP'nin ise bu konuda bir tanımının bulunmadığını hatırlattı. Yüksek, 'Bu tanımlar Ergenekon'u saptırmadır. Bu tanımlarla AKP ve devlet aklanmaya çalışılıyor. Ergenekon devletin kendisidir. Bugüne kadar işlenen suçlar, yaşanan faili meçhul cinayetler, köy yakmalar, cinayetler, bizzat devletin, dönemin hükümetlerinin, mülki idare amirlerinin bilgisi ve onayı ile gerçekleştirilmiştir. Bu yüzden Ergenekon eşittir devlet, devlet eşittir AKP' dedi. Ergenekon tutuklularına TSK adına yapılan ve Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından 'İnsani ziyaret' olarak nitelendirilen ziyareti, 'Devletin kendi katiline sahip çıkması' şeklinde değerlendiren Yüksek, Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı hakkında inceleme başlatılmasının AKP ve ordu arasındaki uzlaşmanın göstergesi olduğunu kaydetti. Yüksek, Ergenekon örgütüne karşı mağdur aileleriyle yürütecekleri eylemlerin sadece Ergenekon'un teşhirini içermeyeceğini, sözkonusu suçlardan devleti, dönemin hükümetlerini, başbakanlarını, cumhurbaşkanlarını, genelkurmay başkanlarını, kuvvet komutanlarını, valileri, kaymakamları, mülki idare amirleri sorumlu tuttuklarını beyan edeceklerini belirtti. Devletin ve AKP'nin de Ergenekon davası kapsamında yargılanması istemiyle mitingler düzenleyeceklerini anlatan Yüksek, mağdur ailelerinin tespit edilmesi için, bölge baroları ve insan hakları örgütleri ile ortak hareket edeceklerini, ancak ulaşamadıkları mağdur ailelerinin de kendilerine başvurmalarını istedi. Ergenekon davasında zorlayıcı olacaklarını ifade eden Yüksek, 'Bu konuda varsa, AKP ve devletin karşı iddiaları Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulsun. Gerçek ne ise açığa çıkarılsın ve bunun için herkes kendi arşivlerini açsın' diye konuştu.
'Anadilde eğitim hakkı tanınsın' Kürtçe Dil ve Eğitim Hareketi (TZPKûrdi) tarafından başlatılan anadil kampanyasına etkin destek vereceklerini kaydeden Yüksek, Kürtlerin dil ve kültürel haklarının tanınmasını istedi. Kürtlerin kolektif ve grup haklarının verilmesi gerektiğini, bireysel hakların tanınmasına karşı olduklarını, bunun sorunları çözmeyeceğine vurgu yapan Yüksek, toplumun anadil hakkını istediğini, bu amaçla yasal ve anayasal düzenlemeler yapılması gerektiğini, Kürt diline karşı yürütülen inkar ve imha politikası nedeniyle kardeşleşmenin sekteye uğratıldığını vurguladı. İlkokuldan başlayarak üniversiteye kadar anadilde eğitim hakkının tanınmasını, daha sonra aşamalı olarak öğrenim hakkının tanınmasını istediklerini belirten Yüksek, bunun gerçekleşmesi için de daha önce hazırladıkları Demokratik Özerklik Projesi'ni adres gösterdi.
Ulusal Program için kendilerini ziyaret eden Dışişleri Bakanı Ali Babacan'a Türkçe, Kürtçe ve İngilizce'den oluşan Demokratik Özerklik broşürünü verdiklerini, önümüzdeki günlerde aynı broşürün 550 milletvekiline gönderileceğini belirten Yüksek, anadil talep eden öğrencilere, grup toplantılarını açacaklarını, kürsüde Kürtçe konuşma gibi seçenekleri tartışabileceklerini kaydetti. Türkiye'nin üniter yapısını savunduklarını ve Türk-Kürt kardeşliğinin garantörü olduklarının söyleyen Yüksek, Kürtçe televizyon ve Kürtçe siyaset yasağının kaldırılması için de girişimlerde bulunacaklarını dile getirdi.
'Legal siyaset yapmaktan vazgeçilir' Kapatma davası öncesi, 'Siyasi çizginizden taviz verin, devletin yörüngesine girin, belki kapatılmazsınız' şeklinde kendilerine telkinde bulunulduğunu açıklayan Yüksek, 'Taleplerimizden arınsak, bizden geriye ya AKP kalır ya da ANAVATAN kalır. Biz hiçbir şekilde taleplerimizden vazgeçmeyeceğiz' diye konuştu. Parti kapatmalarının tümden kaldırılması gerektiğini söyleyen Yüksek, 'Eğer ki, DTP şiddete destek verdiği gerekçesi ile kapatılacaksa o zaman, sınırötesi operasyona destek veren partiler kapatılmalıdır, DTP değil. Çünkü biz barışı savunuyoruz. Kimseye gidin savaşın demiyoruz' dedi. Böyle devam ederse, Kürtlerin legal siyasetten çekilebileceği uyarısında bulunan Yüksek, DTP sayesinde Kürtlerin uluslararası güçlerin denetiminde olmadığını kaydetti.
DTP'nin eylem planı
Ergenekon davasına ilişkin:
15 Ekim'e kadar mağdur ailelerin tespit edilmesi ve 1980 sonrası görev yapmış kişiler hakkında suç duyurusunda bulunulması,
19 Ekim'de İstanbul, İzmir, Ankara, Mersin, Van, Silopi ve Malazgirt'te AKP ve devletin Ergenekon kapsamında yargılanmasını talep eden mitinglerin düzenlenmesi,
20 Ekim'de kitlesel uğurlamalarla mağdur ailesi heyetlerinin Ankara'ya gönderilmesi ve buralarda bir dizi temasta bulunulması,
26 Ekim'de Diyarbakır, Batman, Kurtalan, Yüksekova, Nusaybin'de miting düzenlenmesi.
Anadil kampanyasına ilişkin:
7 Eylül'de start alan ve 15 Eylül'e kadar sürecek olan eylem ve etkinliklere kitlesel destek sunulması,
Meclis açıldığı zaman, grup toplantısının anadil talep eden öğrencilere açılması,
Meclis'te aktif çalışma yürütülmesi ve girişimlerde bulunulması.
DTP'nin kapatılma davasına ilişkin:
Elçilikler, basın-yayın nezdinde yapılan girişimlerin sürdürülmesi,
15-16 Eylül tarihlerinde 'DTP kapatılmasın' yürüyüşlerinin organize edilmesi,
Anayasa Mahkemesi'nde sözlü savunmanın verildiği 16 Eylül tarihinde aynı saatte, aynı zamanda Şeyh Sait'in idam edildiği Diyarbakır Dağ Kapı Meydanı'nda Halk Mahkemesi'nin kurularak, DTP kapatma davasının görülmesi.
Türkiye'nin asimilasyon politikaları 2
'Burada alacağımız tedbirler daha esaslı ve şumullü (kapsamlı) olmalıdır. Gerek mübadele ve gerekse hicreti kolaylaştırma yoluyla memlekette mevcut gayrı Türklerin azaltılması esas olmakla beraber bu hususta hatıra gelen birkaç tedbiri aşağıda sıralıyorum'
İskan Kanunu, dilediği kimseleri dilediği yerlere nakletmek ve hatta büyük kitleleri oturdukları yerlerden zorla göç ettirerek başka yerlerde iskan eylemek, fertleri, sülaleleri icabında hudut dışına çıkarmak gibi çok şumullü haklara sahiptir...
Cumhuriyetin 'dilkırım' tarihi
Türkiye Cumhuriyeti Devleti uluslararası alanda resmen tanındıktan sonra, İttihat Terakki'nin hayalini kurduğu 'Türklerden oluşan bir Türkiye' projesi hayata geçirildi ve 1924 Anayasası, Türkiye halkını 'Türk' olarak tanımladı. Ayrıca vatandaşlık da 'Türk' olma koşuluna bağlanıyordu.
Türklerden oluşan bir ulus-devletin inşası için CHF (Cumhuriyet Halk Fırkası) ve hükümeti çeşitli plan ve projeler geliştirdi. Ulus-devletin inşası için çeşitli raporlar hazırlandı. Cumhuriyet Halk Fırkası / Partisi tarafından Türk milliyetçiliğinin memleket dahilindeki hedefi ise şöyle belirlendi: 'Tek bir dil konuşan, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı bulunan yurttaşlardan oluşmuş siyasi ve içtimai bir bütün meydana getirmek, yani vatan içinde 'anadili tek, ülküsü tek birlik bir millet' yaratmaktır. Bu hedefin tahakkuk yolları: Bu memlekette her şerefin ve nimetin Türkçe ve kendisini Türk hissederek Türkçülükten başka bir kavmiyete bağlılık göstermeyenlere has olduğunun tam bir şuurla zihinlere nakş edilmesi.' (Bulut, 1998: 174)
Şark Islahat Fermanı
'Türk vatanı içinde bulunanları behemehal Türk yapmak için' ölümden de daha kötü olan 'Şark Islahat Planı', 1925 yılında hazırlandı ve uygulamaya kondu. Kürtler için 'ölüm fermanı' anlamına gelen Kürtçe'nin Cumhuriyet döneminde ilk kez yasaklanması bu plan uyarınca gerçekleşti. Bu aynı zamanda Kürtlerin tarihinde ilk kez uygulanan bir 'dilkırım' yani 'beyaz katliam'dır.
Şark Islahat Planı gereği Türkiye'nin batısına sürgüne gönderilen Kürtler, boyunlarına takılan zincir ve ayaklara bağlanan prangalar ile ıslah edilmeye çalışılıyor
Planın 41. Maddesi şöyle: 'Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Bitlis, Van, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş, Adilcevaz, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişgezek, Ovacık, Hısnımansur (Adıyaman), Besni, Arga, Hekimhan, Birecik, Çermik vilayet ve kaza merkezlerinde, hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçe'den başka dil kullananlar, hükümet ve belediyenin emrine aykırı davranmakla suçlanacak ve cezalandırılacaktır.' (Cemal, 2003: 379)
Planın bir maddesinde şöyle deniyordu:
'Fırat'ın batısındaki bölümlerde dağınık biçimde yerleştirilmiş olan Kürtlerin Kürtçe konuşmaları tamamen yasaklanmalı ve kız okullarına önem verilerek Türkçe konuşmaları sağlanmalıdır.' Plana göre, 'sivil ve askeri mahkemelerde yerli hakim bulundurulmayacak, idarenin her şubesinde, hükümet nüfuzunu güçlendirmek için Kürt memur çalıştırılmayacak, okullarda, belediyelerde, devlet dairelerinde, çarşı ve pazarlarda Türkçe'den başka dil kullananlar cezalandırılacaklardı.' (Göldaş, 2003: 29)
Nitekim, Türkçe'den başka dil kullananlar cezalandırıldı. Koyunun 25 kuruş ettiği dönemde, konuşulan her Kürtçe kelime başına 5 kuruş ceza alındı. Kendi dilini konuşan Kürt halkına her türlü maddi ve manevi baskı uygulandı.
Vatandaş Türkçe Konuş!
15 Ekim 1927 tarihinde toplanan CHF'nin büyük kurultayında da, partinin en büyük amacının 'dil birliği'ni sağlamak olduğu belirtildi ve hemen ardından da, Dar-ül-fünun Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti, azınlıkları Türkçe konuşmaya mecbur eden 'Vatandaş Türkçe Konuş!' kampanyasını başlattı. Gerçekte hükümet politikası olarak da yürütülen bu kampanya sadece yasalarla kalmadı, aynı zamanda bir saldırı ve şiddet politikasına da dönüştü. Kendi dilini konuşanlar taciz edildi, dövüldü ve 'Türklüğe hakaret' suçuyla yargılandı.
Yine CHF'nin azınlıklardan sorumlu IX. Bürosu'nun, 1939-1940 yıllarında hazırlandığı sanılan azınlıklar konusundaki raporunda, 'anadilleri Türkçe'den başka olan ve küçük topluluklar halinde yaşayan Müslim Yurttaşlar' konusunda da şu çarpıcı belirleme yapılmaktadır: 'Bunlardan köylerde cemaatler halinde yaşayanlar şunlardır: Muhtelif vilayetlere dağılmış yüz bin kadar Çerkez, Karedeniz sahillerimizin doğu şimalinde altmış beş bin kadar Laz, muhtelif yerlerde elli bin kadar Gürcü, yirmi beş bin kadar Arnavut, yirmi beş bin kadar Boşnak ve otuz beş bin Pomak. Ancak bunlar şehir ve kasabalardaki gibi Türk camiası içinde dağılmış olmayıp, köylerde toplu bir halde yaşayarak dil ve geleneklerini muhafaza ve idame etmektedirler... Milli birliği bozan bu durumun ortadan kalkması için bu cemaatlerin Türklüğe temsilleri (asimilasyonları) lazımdır... Yapılacak şeylerin en mühimi, bilhassa hudutlarda bulunan Lazların içerilere alınması ve bütün bu kavimler nerede olursa olsunlar bunların toplu olan köylerinin dağıtılması, bunun mümkün olmadığı yerlerde ve hallerde de en verimli ve en zengin köylerden başlayarak buralara en az yüzde elli nisbetinde Türk yerleştirmek ve buralarda okullar tesis ederek planlı bir şekilde bunları Türkleştirmek. ' (Bulut, 1998: 181)
CHP ve İskan Kanunu
Azınlıklara ait işlere bakan 1X. Büro'nun, CHP Genel Sekreterliği'ne sunduğu raporunda Kürtlere de büyük yer verilmektedir. Bu raporda yer alan çok çarpıcı belirlemeleri aktarıyorum:
'Bir kısım Doğu ve Cenupdoğu Vilayetlerinde Ekseriyet Teşkil Eden Kürtler. Kanaatimize göre Türkiye'de en mühim milliyet meselesi Kürt meselesidir. Eldeki istatistiklere göre 31 Vilayette muhtelif lehçelerle Kürtçe konuşan nüfusun sayısı bir buçuk milyonu geçmekte... Irkları, eski milliyetleri ne olursa olsun, bunlarla aramızda milli birliğin en esaslı amili olan dil birliği yoktur. Bu realiteyi açık ve sarih olarak görmek lazımdır. 'Dağ Türkü, Yayla Türkü' gibi tabirlerle hakikati kendi gözlerimizden saklamak zarardan başka bir şey getirmeyeceği gibi, bunların Türk olduğuna da mazileri ne olursa olsun bugün ne kendilerini ve ne de başka bir kimseyi inandıramayız. Bunun için memleketin büyük bir kısmında yabancı bir unsurun toplu olarak yaşadığını bilmek ve itiraf etmek ve buna göre tedbirler almak zaruridir... Bağlı haritaya bakacak olursak Ağrı, Hakkari, Van, Bitlis, Muş, Bingöl, Tunceli, Siirt, Diyarbakır, Mardin ve Urfa vilayetlerinde Kürtler nüfusun yüzde altmışından fazlasını teşkil etmekte ve muayyen bir memleket parçasında ekseriyet halinde bulunmaktadırlar... Bu durumu göz önüne alarak memleketin bu kısmı için müstacalen (acilen) hususi tedbirler almaya mecburuz. Bir taraftan Kürt nüfusunun çokluğu, diğer taraftan oturdukları sahanın genişliği dolayısıyla Çerkez, Arnavut, Gürcü gibi küçük yabancı kavimler için teklif ettiğimiz temsil (asimilasyon) tedbirleri bu seha için kafi değildir. Burada alacağımız tedbirler daha esaslı ve şumullü (kapsamlı) olmalıdır. Gerek mübadele ve gerekse hicreti kolaylaştırma yoluyla memlekette mevcut gayrı Türklerin azaltılması esas olmakla beraber bu hususta hatıra gelen birkaç tedbiri aşağıda sıralıyorum.
1-Manevi Tedbir:
Manevi tedbirden maksadım, memleketin bu parçasının anavatanın herhangi bir köşesinden burası en zayıf ve tehlikeli yerimiz olması dolayısıyla, hususi bir itinaya muhtaç olması...
2-İskan Tedbiri:
Sadede girmeden şurasını arz edeyim ki Türkiye Cumhuriyeti 'Birlik Bir Millet' yaratmak işini daha ilk kuruluşunda göz önüne almış ve malum mübadeleyi yaparak memleketimiz için çok mühim olan Rum davasını Anadolu için halletmiştir. Yalnız Türkçe'den başka dil konuşan Müslüman vatandaşların temsili (asimilasyonu) işinde esaslı adımlar atmak için henüz vakit ve imkan bulunamamıştır. Bu yoldaki son teşebbüs 21.V1.934 tarihinde neşredilen 2510 sayılı İskan Kanunu ile yapılmıştır. Bu kanun 'Türkiye'de Türk kültürüne bağlılık dolayısıyla nüfus oturuş ve yayılışını' tanzim etmeyi tasarlamış ve bu hedefe varabilmek için, hükümete çok esaslı tedbirler almak imkanını vermiştir. Bu kanuna göre hükümet memleketi bu bakımdan muhtelif bölgelere ayırarak buralara toplu Türk muhacirler iskan etmek, buralardan dilediği kimseleri dilediği yerlere nakletmek ve hatta büyük kitleleri oturdukları yerlerden kaldırarak başka yerlerde iskan eylemek, fertleri, sülaleleri icabında hudut dışına çıkarmak gibi çok şumullü haklara sahiptir...'
Halbuki kanunun ruhu tamamen bir temsil (asimilasyon) ve dahili kolonizasyondur. Bu kanunun bu tarafının işleyememesinin sebebi, kısmen dünya harbinin doğurduğu durum olmakla beraber bu iş için kurulan idare makinesinin da bu büyük iş için yeter olmamasıdır...
Ancak bu iskanın iyi bir netice verebilmesi için yukarıda saydığımız mıntıkalara yerleştirilecek olan Türk nüfusunun miktarı buralarda oturan Kürt nüfusuna tekabül etmeli ve medeni seviye bakımından Kürde üstün olan bu muhacirler mıntıkalarına göre, istihsal vasıtası ve aletleriyle tam bir surette teçhiz olunarak maddeten de üstün bir hale getirilmelidir. Bu verimli ovalara yerleştirilecek olan Türk nüfusu ve bölgelerin iklimine uyan ve memleketin kesif bir surette meskun olan mıntıkalarından alınabilir.
Ayrıca bu sahalara memleketimiz dışında oturmakta olan Türk nüfusu da getirilebilir. Bu hususta ilk hatıra gelen kısım Romanya ve Bulgaristan Türkleridir, ki bunlar oralarda tedrici bir surette erimeğe mahkumdurlar. İkinci kısım olarak İran'ın Kürt ve Farslarla meskun olan Şiraz bölgesinde oturan ve nüfusu 200 bini aşan ve büyük bir hayvan servetine malik olan Kaşkailer düşünülebilir. Bu suretle bu mıntıka için hariçten bir milyona yakın bir nüfus elde edilebilir ki bu yekun Aras, Murat, Şimali Fırat ve Dicle mailelerinde oturan Kürt nüfusunun üstüne çıkar. Buralarda halen oturmakta olan Türkler de hesap edilirse mevcut Türk nüfusu büyük bir ekseriyet kazanmış olur.
Aşiretlerin İskanı:
Göçebelik devam ettiği müddetçe temsil (asimilasyon) politikasının büyük zorluklara maruz bulunduğu bugün herkes tarafından anlaşılmış bir hakikat olduğundan burada bu işin lüzumundan bahsetmek fazla olur. Yalnız bu işin de diğer umumi iskan işi gibi halen iyi işlemediğini zikretmek kafidir.
Temsil İşinde Şehir ve Kasabaların Kolları:
Şark Vilayetlerinde şehirler öteden beri büyük bir temsil (asimilasyon) makinesi rolünü oynamışlardır... Binaenaleyh ilk yapılacak işlerden biri bu havalideki şehir ve kasabaların kuvvetlendirilmesidir. Bu da her şeyden evvel buralara gidecek olan her türlü yolların bir an evvel yapılması ile başlayacak ve bu yollar bu şehir ve kasabaların pazarlarını memleketin diğer iç pazarlarına açacaktır. Pazarı Türkleşen bir kasaba temsil (asimilasyon) makinemize ilave edilmiş kuvvetli bir çark demektir...
Temsil İşinde yolun Ehemmiyeti:
...Bugün demiryolunun geçtiği her yerde Türkçe'nin yayılmaya başladığını zikretmek bir borçtur. Diyarbakır'dan kalkarak Cizre'ye, Elazığ'dan çıkarak, Muş üzerinden Tatvan'a gidecek olan iki demiryolu temsil (asimilasyon) işimiz bakımından yol politikamızın bel kemiğini teşkil edecektir...
Temsil İşinde Maarif (eğitim) Teşkilatının Rolü:
...Bu mıntıkada yaşayan ve Türkçe'den başka dil konuşan insanların okutulup okutulmayacağı hakkında öteden beri çeşitli fikirler serdolunduğundan bu meseleyi kısaca münakaşa edip bir hükme varmak zaruridir. Bir topluluğun temsilinin (asimilasyonunun) ilk şartının o topluluğa kendi dilimizi öğretmek olduğu bir mütearife (bilinen şey) dir. Bir dilin de ilk evvel bu mantık ve müessir yayın vasıtası okuyup yazmaktır. İnsanlık büyük kitlelerin okuyup yazmasının henüz okuldan başka bir vasıtasını bulamamıştır. Binaenaleyh bizim de bu vasıtaya müracaatımız zaruridir. Yani biz de bu bölgedeki insanlara kendi dilimizde okuyup yazmak öğreteceğiz ve bunun için maarif teşkilatı yapacağız. Yalnız bu maarif teşkilatına şimdiye kadar takip ettiğimiz esasların dışına çıkarak hususi şekillere bağlamaklığımız lazımdır.
Bunun için koyacağımız ana kaideler şunlar olacaktır:
1-Şehir ve kasabaların temsil işinde rollerini arz ederken buralarda mecburi ilk öğretimin devlet yardımıyla tam tatbikini teklif etmiştim. İlk iş olarak bunun ele alınması.
2-Bu bölgede ilk ağızda münhasıran Kürt olan köylerde okul açılmayarak ilk önce nüfusu karışık olan köylerde açılması.
Şimdiye kadar yapılan tecrübelerden okul bulunan muhtelif köylerde Kürt çocuklarının Türkçe konuştukları ve Türkçe'nin evlere girdiği, okul bulunmayan muhtelit (karışık) köylerde ise Türk çocuklarının Kürtçe konuşarak Türklerin Kürtleştiği her zaman görülen ve idare adamlarınızca tespit edilen hadiselerdir...
3-Bir taraftan muhtelif köylerde ilk öğretimi yayarken diğer taraftan da hususi bir maarif teşkilatıyla sakinleri münhasıran Kürt olan köylerin çocukları için bölge yatılı ilk okulları tesisine başlanmalıdır. Bu okulların hedefi bu çocuklara anadillerini unutturarak Türkçe'yi ana dilleri yerine ikame etmek olacaktır. Bunun için bu okullar yarı yarıya Türk çocuklarından teşekkül etmelidir.
4- Bu esaslar dahilinde kurulacak olan maarif teşkilatında çalışacak öğretmenlerin ana dillerinin Kürtçe olmamasına hususi surette itina ve dikkat edilmelidir.
8- Bir dili en iyi ve kolay öğreten anadır. Bunun için bu mıntıkalarda kızların tahsiline bilhassa itina etmek temsili (asimilasyonu) bir kat daha kolaylaştıracaktır.
Dokuz maddede arz ettiğim bu teşkilat kelimenin en geniş manasıyla yalnız ana hatları göstermektedir. Bu işin bütün teferruatıyla planlaştırılması hükümetin vazifesidir.' (Bulut, 1998: 182-191)
GÜLÇİÇEK GÜNEL TEKİN
Eğitimci-Araştırmacı Yazar
YARIN:
Çarpıcı asimilasyon raporları
İnönü: Erzincan Kürt merkezi olursa, Kürdistan'ın kurulmasından korkarım
Celal Bayar'ın Şark Raporu
Dersimli okşanmakla kazanılmaz
Devletin Bölge'ye uygulayacağı kalkınma program esasları
MGK'nin Kürt Raporu
İmralı'ya özel yasak
Her yerde serbest olan Ergenekon iddianamesi 'kişiye özel hukuk kurallarının işlediği' İmralı'da yasaklandı
Gündemden düşmeyen ve herkesin kolaylıkla ulaşabildiği Ergenekon iddianamesine sadece İmralı'da yasak getirildi. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı, Ergenekon iddianamesinin Öcalan'a verilmesine yasak getirildiğini bildirdi. Öcalan'ın avukatları kararı, 'İmralı'da hukukun bypass edilmesi' olarak değerlendirdi. Öcalan, daha önce Ergenekon savcısıyla görüşmek istediğini söylemişti.
Ergenekon'da son skandal
Devletin Öcalan korkusunda yeni bir aşama yaşandı. Kamuoyuna açık olan iddianamenin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a verilmesi yasaklanarak bir skandala imza atıldı. PKK ile bağlantıları olduğuna dair pekç ok mesnetsiz iddiaları barındıran Ergenekon iddianamesinin Öcalan'a verilmesi Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yasaklandı. İddianamenin birçok yerinde adı geçen, hakkında öne sürülen iddilara yanıt vermek için savcıya ifade vermeye hazır olduğunu söyleyen Öcalan'a iddianamenin verilmemesini Öcalan'ın avukatları 'İmralı'da hukukun bypass edilmesi' olarak değerlendirdi. Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz iddianame eklerinde Öcalan'ın ifadelerinin alınmasını mahkemeye önermişken, kamuoyuna açık iddianamenin yasaklanması PKK ve Öcalan hakkındaki iddiaların gerçeği yansıtmadığının açığa çıkmasını önleme girişimi olarak yorumlandı.
Avukatlara üç satırla bildirildi
Türkiye'de uzun süre gündemi meşgul eden, emekli Tuğgeneral Veli Küçük, Avukat Kemal Kerinçsiz, emekli orgeneraller Hurşit Tolon ve Şener Eruygur, İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek, emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin'in de aralarında bulunduğu yaklaşık 60 kişinin tutuklandığı Ergenekon davasının 2 bin 455 sayfalık iddianamesi, Öcalan'a yasaklandı. Öcalan'ın avukatları, 20 Temmuz'da Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı'na verdiği dilekçeyle Ergenekon iddianamesinde müvekkilleri hakkında çeşitli iddialar bulunduğu için kendisine verilmesini ve kendisiyle tartışmak istediklerini bildirdi. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı, Öcalan'ın avukatlarına, 'İlgili dilekçeniz Cumhuriyet Başsavcılığımıza İmralı Kapalı Ceza İnfaz Kurumu hükümlüsü Abdullah Öcalan'a teslim edilmek üzere getirilen Ergenekon davası ile ilgili iddianamenin anılan kurumun Eğitim Kurulunca hükümlüye verilmemesine karar vermiştir' yazılı 3 satırlık dilekçeyle iddianamenin verilmesini yasakladı.
'Hukuk bypass ediliyor'
Skandal bir gelişme ile kamuoyunda aylardır tartışılan iddianamenin yasaklanması akla birçok soruyu da getirdi. Ergenekon soruşturmasının kamuoyuna duyurulduğu çapta bir dava olmadığının son ispatı olan gelişme, tartışılır olan ve içi tutarsızlıklarla dolu iddianamenin güvenilirliğini sorgulattı. Ceza İnfaz Kurumları'nda bulunan eğitim komisyonlarının cezaevlerine gönderilen yayınların veya mektupların yasak olup olmadığı gibi konularla ilgilendiğini ve bir iddianameyi yasaklamak gibi bir yetkisi olmadığını kaydeden Öcalan'ın avukatları, basın-yayın organlarında yayınlanan, herkesin okuduğu bu iddianamenin yasaklanamayacağını belirtti. Avukatlar, savcılığın kararını İmralı'da hukukun bypass edilmesi olarak değerlendirdi.
Gazetelerde Ergenekon haberleri kesiliyor
Öcalan, daha önce avukatları ile yaptığı görüşmelerde Ergenekon davasına ilişkin değerlendirmeler yapmış ve Ergenekon davasını yürüten Savcı Zekeriya Öz'ün kendisi ile görüşebileceğini söylemişti. Öcalan, Ergenekon davasına ilişkin olarak şunları söylemişti: 'Ergenekon iddianamesini henüz alamadım. Bana ilişkin kısımlar var. İddianamede bana ilişkin kısımlara cevap veriyorum. Benim bu konudaki düşüncelerim insanlara ulaşmalı. Çünkü insanlar benim bu konudaki düşüncelerimi bilmiyor, beni tanımıyorlar. Burada önemli olan benim bu konudaki düşüncelerimin, görüşlerimin bilinmesi ve farklı çevrelere ulaştırılmasıdır. Ergenekon Savcısı isterse gelip benimle görüşebilir. Ben bu konudaki bilgilerimi ve görüşlerimi savcıya söyleyebilirim. PKK'ye mal edilmiş dünya kadar şey var. Benim bu konuda görüşlerim alınmalı.'
Öcalan, avukatlarına kendisine verilen gazetelerde Ergenekon haberlerinin sansürlendiğini belirterek, 'Bana gelen gazetelerde özellikle son Yeni Şafak Gazetesi'nde bu konuyla ilgili yazı ve yorumlar kesilmişti. Dişe dokunur bir şey bırakılmamıştı' demişti. İSTANBUL - DİHA
Sefer Olur Zafer Asla!!!
Sefer olur zafer asla!
Kürt sorununun çözümsüzlüğünde anlaşan AKP ve ordu, 'Terör Zirvesi' düzenliyor. Diyarbakır'ın 'düşürülmesi' hedefleniyor. DTP ise, AKP'nin zaferinin asla mümkün olamayacağını belirtiyor
'Terör Zirvesi' düzenleniyor
Başbakan Tayyip Erdoğan, Kürtlerin siyasal, kültürel taleplerinin bastırılmasına dönük topyekûn savaş ilan eden ve bunun için AKP'ye misyon biçen Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un yolundan ayrılmıyor. Erdoğan, Başbuğ'un Kürt sorununun çözümsüzlüğü yönünde ortaya koyduğu çerçevede 'Terör Zirvesi' düzenleyeceklerini açıkladı.
Diyarbakır'da ısrar ediliyor
Erdoğan, demokratik açılımlar yerine, her zamanki gibi 'ekonomik yatırımlara' sarılarak Başbuğ gibi 'parayla satın alma' ve 'asimilasyon' politikalarında ısrar ediyor. Erdoğan, Başbuğ gibi Kürtler açısından sembolik değeri yüksek olan Diyarbakır'ı 'düşürmeyi' birinci hedef belirledi ve yerel seçimlere rol biçti.
'AKP'yi hezimete uğratacağız'
Başbuğ ve Erdoğan'ın Kürtleri inkar politikasına karşılık DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş, 'Devlet, AKP eliyle Bölge'yi teslim almak istiyor. Yerel seçimlere de bu şekilde hazırlanıyor. Ancak biz hazırlıklıyız. Biz AKP'yi yerel seçimlerde sandığa gömecek güçteyiz, hezimete uğratacağız' dedi.
O kadar da kolay değil
İlk yurt içi gezisinde Bölge'ye giden, Kürtlerin siyasal, kültürel taleplerinin bastırılmasına dönük siyasi, psikolojik savaşın önümüzdeki dönemde yoğunlaştırılacağını açıklayan, bunun için AKP'ye yakın ekonomi kuruluşlarıyla biraraya gelerek bunlara misyon biçen Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'a yine en önemli destek Başbakan Tayyip Erdoğan'dan geldi. Erdoğan, kendisi gibi 'Diyarbakır çok önemli' diyerek 'fethedilmesi gerektiği' yönünde mesajlar veren Başbuğ'un ortaya koyduğu çerçevede bu hafta içinde bir 'Terör Zirvesi' düzenleyeceklerini açıkladı.
Önceki gün Şam dönüşü uçakta gazetecilere açıklamalarda bulunan Erdoğan, haftaya 'Terör Zirvesi' toplayacağını söyledi. Başbuğ gibi Kürt gençlerinin dağa gidişlerinin önüne geçilmediğini söyleyen Erdoğan, 'Neler yapabileceğimize, neler yaptığımıza ayrıntılarıyla bakacağız. Alınması gereken önlemleri konuşacağız. Ama asıl amacımız halkı terör örgütünden koparmak. 1990'lı yıllarda dağlarda 6 bin kişi vardı, şimdi de aşağı yukarı bu kadar. Üstelik binlerce kişi de etkisiz hale getirildi. Buna rağmen katılımların önüne geçilememiş demek ki. Örgüte katılımların önüne geçmeliyiz' dedi. Erdoğan'ın bu açıklamaları, 'sonuç alıcı olmadığı itiraf edilmesine rağmen geçmişten günümüze izlenen politikalarda ısrar edildiği ve bunların da etkisiz kalacağı' şeklinde değerlendirildi.
Asimilasyon ısrarı
Erdoğan, Kürt sorununun çözümü için demokratik açılımlar yerine, her zamanki gibi yine 'ekonomik yatırımların hızlandırılacağını' belirtti. GAP'ı tekrar gündemleştiren Erdoğan, Kürtlerin asimilasyonu ve entegrasyonuna ilişkin projeler hakkında şunları söyledi: 'Amacımız bölge insanını devletle barıştırmak. Yatırımları hızlandırıyoruz. Özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve enerji konularında çalışmalarımız önümüzdeki 5 yılda hız kazanacak. Ilısu Barajı, önemli bir yatırım.'
Güçsüzlük itirafı
Tekrar Diyarbakır'ı gündemleştiren Erdoğan, DTP'ye karşı diğer partilerle işbirliğine gidebileceklerini söyledi. İlk olarak Diyarbakır adayını açıklayacaklarını belirten Erdoğan, 'Mart ayında yapılacak yerel seçimlerde AK Partili olmayan İzmir, Diyarbakır gibi illerin adaylarını erken açıklamayı düşünüyoruz. Diyarbakır'da DTP'ye karşı diğer partilerle işbirliği olabilir, olmaması için bir sebep yok' dedi. Erdoğan'ın işbirliği yönündeki açıklamaları, AKP'nin zayıflığı ve DTP'ye karşı güçsüzlüğünden kaynaklandığı belirtiliyor.
Diyarbakır kaledir!
Erdoğan'ın 'terör zirvesi', 'dağa katılımları engelleme', 'ekonomik paket' ve 'Diyarbakır' konularında yaptığı açıklamalar, Başbuğ'un Diyarbakır'da yaptığı ve önümüzdeki günlerde Milli Güvenlik Kurulu gündemine taşıyacağını da söylediği çerçeveyle birebir uyuşuyor. Bu da Kürt sorununda şiddet yanlısı politikada ve PKK'nin marjinalize edilmesinde ısrar eden, bunun için de Kürtlerin kültürel ve siyasi haklarını yok sayarak 'parayla satın alma' politikasını önemseyen ordu ve AKP'nin birlikte hareket ettiklerini bir kez daha gösteriyor. Başbuğ ve Erdoğan'ın Diyarbakır ısrarının ise, yerel seçimler öncesi Kürt siyasetinin etkisini, sembolik değeri oldukça yüksek olan Diyarbakır'ı 'düşürerek' kırmak amaçlı olduğu vurgulanıyor. Diyarbakır'ı 'düşürmek' için de her türlü yol ve yöntemin devreye konulacağı anlaşılıyor. DTP ise, 'Diyarbakır kaledir verilmez' diyor.
'Yerel seçimlerde AKP'yi hezimete uğratacağız'
Başbuğ ve Erdoğan'ın Diyarbakır'ı 'düşürmek' amacıyla yaptıkları açıklamaları ve Kürt sorununun çözümsüzlüğü konusundaki ısrarlarını DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş Alternatif Gazetesi'ne değerlendirdi: '22 Temmuz seçimlerinden sonra yaptığımız tespitler haklı çıkıyor. Devlet AKP eliyle Bölge'yi teslim almak istiyor. AKP'yi bir araç olarak kullanıyor. AKP izlediği politikalarla Bölge'de truva atı işlevini görüyor. Başbuğ ve Erdoğan'ın açıklamaları da bu durumu teyit etmiştir. Yerel seçimlere de bu şekilde hazırlanıyor. Ancak biz hazırlıklıyız. Halkımızın 'ædî Bes e' diyerek sürece katılması ve bizim duruşumuz yürütülen politikaları boşa çıkaracaktır. Korkumuz ve kaygımız yok. Biz AKP'yi yerel seçimlerde sandığa gömecek güçteyiz, hezimete uğratacağız. Onlar halkımızın kazanımlarına topyekûn savaş konseptiyle saldırıyorlar. Halkımız uyanık olmalı, oyunlarına alet olmamalı.'
Cumhuriyet tarihinin en karanlık lekesi...
Cumhuriyet tarihinin en karanlık lekesi...
Cumhuriyet tarihinin azınlık karşıtı politikalarının en önemli pratiklerinden biri olan 1934 Trakya Olayları, Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyaları, azınlık mensuplarına 2. Dünya Savaşı sırasında uygulanan 20 Kur'a İhtiyatlar askerlik uygulaması ve 1944 Varlık Vergisi uygulamasından sonra, azınlıklara bu coğrafyada artık yaşama hakkı olmadığını gösteren ve bunu anlayamayanlara bunu net olarak ifade eden 6-7 Eylül İstanbul Pogomu, önemli bir özel harekât operasyonu olarak, Cumhuriyet tarihinin en karanlık lekelerinden biri olarak kaldı...
Ergenekon Bukalemun'unun en rezil operasyon örneklerinden biri
'Siz maddi zarar gördünüz, bizimse insanlığımız zarar gördü.'
Reşat Nuri Güntekin (*)
29 Ağustos 1955 tarihinde İngiltere, Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları arasında Londra'da Kıbrıs görüşmeleri başladı. Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu toplantıda elinin güçlendirilmesi için, Ankara'ya yolladığı bir mesajla bir şeyler yapılmasını isterdi. Tam o sırada Selanik'te Mustafa Kemal'in doğduğu evde bir bomba patladı ve Zorlu bombayı bahane ederek toplantıyı terk etti. Aslında Zorlu'nun istediği şeyler toplantı devam ederken, CHP'li gençlerin yönetimindeki Kıbrıs Türktür Cemiyeti tarafından hazırlanmaktaydı. Bu amaçla Taksim Meydanı'nda ağırlıkla üniversiteli gençlerin katıldığı bir gösteri düzenlendi. Her şey gösterilerin tamamlanmasından sonra başladı ve güvenlik güçlerinin 'karışmayın' talimatı nedeniyle her şey çığrından çıktı. Selanik'teki bomba haberinin acele baskıyla ulaştırılması ile birlikte fiili saldırılar başladı. Bomba haberi radyodan 13 haber bülteninde verilir, ama asıl MİT mensubu Mithat Perin'in çıkardığı DP yanlısı İstanbul Ekspres Gazetesi tarafından yapılan özel bir baskı ile duyurulur .
Devlet tarafından örgütlenen binlerce kadınlı ve erkekli talan sürüsü, ellerinde muhtarlardan aldıkları adreslerle, İstanbul'daki gayrimüslimlerin evlerini, işyerlerini, hastanelerini, ibadethanelerini ve okullarını talan ederler. Hasar, o zamanki değerle yaklaşık 150 milyon TL'yi bulmaktadır, bu rakam, o dönemin 54 milyon Amerikan Dolarına eşdeğerdir. DP hükümeti ise zarara uğrayıp tescil ettirenlere 60 milyon TL tazminat öder, ki bu miktar zararı karşılamaktan uzaktır.
O sıralarda DP İstanbul milletvekili olan Aleksandros Haçopulos, TBMM'de yaptığı konuşmada, 'Evimin yanında polis karakolu var. Bizi tanırlar, anne ve babamı bilirler. Tahripçiler evin içine giriyor, ev tamamiyle tahrip ediliyor ve evimin önünde duran silahlı jandarmalar ise hiç müdahale etmiyor. Bu hadisede diyebilirim ki evim değil, tahripçiler muhafaza edilmiştir. Babam ve annem 80 yaşındadır. Yataktan aşağı atılmış ve gece yarısı, yatakları dahil her şeyleri tahrip edilmiştir. Başbakanlık Müsteşarı Salih Korur evimin halini gözleriyle görmüştür... Saldırganların sarf ettikleri cümleler de şunlardır; 'Kırın, yıkın, mebusun evini. Bedavadan para alıyor.''Azınlık mebusların kaderi midir, bilinmez! 40 yıl önce, İttihat ve Terakki döneminde de azınlık mebuslarının malları talan edilmiştir. Azınlık mebusları o zamanda Meclis kürsüsünde nelere maruz kaldıklarını nafile yere anlatmışlardır. Ne kadar DEP'li milletvekillerinin başına gelenleri hatırlatıyor değil mi?
'Asıl safha bir tertiptir'
ABD Genel Konsolosu Arthur Richard, ABD Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği raporunda, 'Polis hiçbir şey yapmadan durdu, hatta halkı alkışlarken, bir sürü dükkânların yağma edilişine gözlerimle şahit oldum' demişti. Trabzon Milletvekili Selahattin Karayavuz ise, 12 Eylül 1955'te TBMM konuşmasında şöyle demiştir: 'Hadisenin en mühim safhası işin Tertip edilmiş olduğudur. Çünkü İstanbul gibi bir yerde 60 km saha içinde her yerde aynı zamanda aynı tahripkar hadisenin cereyanı, bu hadisenin bir çapulculuk eseri olarak yapılmasına imkân vermez. Asıl safha bir tertiptir ve Yunanistan'da muhterem Atatürk'ün evine atılan bir bomba hadisenin işaretinden başka bir şey değildir. O işaret üzerine buradaki fesat unsurları harekete geçmistir.'
6/7 Eylül olayları, Kıbrıs olayları bahane edilerek Patrikhane ve Rumlara yönelik gibi gösterilse de, 6/7 Eylül olayları Kıbrıs'la ilişkilendirilerek sadece 'Rumlara yapılmış bir misilleme' olmadığının bir göstergesi, tahrip edilen işyerlerinin sadece yüzde 59'u Rumlara aitken, kalan yüzde 17'nin Ermenilere, yüzde 12'nin Yahudilere ait olması, hatta dönmelere ve Müslüman olmuş Beyaz Ruslara ait mekânların bile saldırıya uğraması olmuştur. Bu arada kim vurduya giden Türklerin de dükkânları olmuştu. Bunlardan biri de annemin dayısı Şehri Beyin Talimhane'deki otomobil yedek parçası dükkanı idi. (R.Z.)
'Dün küstah bir Rum Yeni Cami önünde linç edilmiştir'
Hatırlıyorum
1955 Eylül ayları... 7 yaşlarında idim. Babam o zamanlar Balıkesir vali muavini idi. Yıllarca İstanbul'da kaymakamlık yapmıştı. Daha sonra fatura kaymakamlara kesilip, hepsi görevden alınınca, babam birkaç ay sonra yeniden İstanbul'a atanacaktı. O sırada İstanbul'da olan ablamlar ise, bizzat olayların içinde saldırı tehditi ile yüzyüze kalacaklardı. 'Buna nasıl izin verilir' diye söyleniyordu, annemle babam izleyen günlerden birinde, akşam yemeğinde oturduklarında. 'İstanbul yanıyor, İstanbul alevler içinde!' O günlerin hikayesini Kürt yazarı Emine Erdem ile birlikte, 'Bir Yerde Bir Gül Ağlar' (Belge Yayınları, 2000, Türkçe ve Yunanca iki dilli) adlı bir kitapta anlattık, kendi tanıklıklarımız üzerinden. Rum, Yahudi, Ermeni aile dostlarımız vardı. Rum ve Ermeni dostlarımız için endişe besledikleri gibi, ablamlar için de merak içindeydiler. Daha sonraları da, 'onların yüzüne nasıl bakacağız' diye konuştuklarını hatırlıyorum. Haklıydılar, 'amca', 'hala', 'dayday' dediğimiz bu insanlarla bir daha o eski sıcaklık yaşanmadı. 1950 seçimleri ile başlayan, insanların o bahar havası kısa sürmüştü. DP'lilerin 1945 yılında utangaç bir biçimde tek parti rejimine karşı ittifak kurmayı bile düşündükleri, ama faşizan CHP gençliğinin sol eğilimli TAN gazetesini tahrip etmesinden sonra şeytan gibi kaçtıkları sosyalistler, daha 1951 yılında bir toplu tevkifatın kurbanı olmuştu. Kore'ye asker gönderilmesine karşı çıkan Behice Boran ve diğer barışseverler de. Ve 1955 yılında ise artık kurban azınlıklardı. Önce komünistler ve sosyalistler halolundu, sonra sıra azınlıklara geldi. Ve 1960'ta ise halledenler halledildi! Tezgah bir kez kurulmaya görsün, herkesin sırası gelir! R.Z.
Özel Harp Dairesi destekli bu harekâta 200 binin üstünde bir güruhun katıldığı tahmin ediliyor. 2005 Ekimi'nde olayların 50. yıldönümünde, olaylara ilişkin Tarih Vakfı'nın düzenlediği bir fotoğraf sergisi Karşı Sanat Galerisi'nde açıldığında, Ergenekoncu bir grubun saldırısına uğramış, adeta olayın küçük çapta bir canlandırması yaşanmış gibi olmuştu. Abdülhamit'le başlayıp İttihat ve Terakki/Cumhuriyetle devam eden zor metodunun zirvelerinden biridir 6/7 Eylül. Müslümanların -daha sonra Türklerin- gayrimüslimleri ekonomik hayattan silmek ve onların yerine geçmek için iktisat dışı yaptıkları sermaye transferlerinin en önemlilerinden biridir, 6/7 Eylül 1955.
Cumhuriyet Gazetesi, tamamiyle bir hayal ürünü olan bir yazı ile, 9 Eylül 1955 sayısında beş sütundan şu haberi vermiştir: Yağmacıların ve tahrikçilerin merkezi, Beyrut'ta bulunan kızıl bir teşkilattır. Tabii yağmacıların merkezinin Ankara olduğunu bilen ve sonradan kahraman Oktay Engin'e iş veren devletin yarı resmi gazetesi Cumhuriyet, bu tip yalan haberlerle devletin bu eylemlerde mesuliyetini gizlemek istemiştir. İstanbul Ekspres, 9 Eylül 1955 sayısında, 'Kızıl Maske düştü, tahrikçiliğin elebaşları Türkiye'yi dostsuz bırakma gayesini güttüler' diye başlık atmıştı. Yalan üstüne yalan haber yayınlayan İstanbul Ekspres, 14 Eylül'de 'Vatandaş ihbar et: Komünistleri, uydurma haber verenleri, tahrikçileri' başlığını içermistir. Uydurma haber veren tahrikçi İstanbul Ekspres Gazetesi'ni de kim kime ihbar edecektir?
Gönderen Kurdish zaman: 07:29 Etiketler: 12 eylul, akp, chp, darbe, deniz gezmiş, devrim, dtp, kenan evren, nurtepegenclık.com, origarşi, parti cephe, sosyalizm 0 yorum
AKP'nin de Başbuğ'u
Genelkurmay Başkanı olduğunda devlet başkanı gibi konuşan, Ergenekoncu generalleri ziyaret eden ve ilk gezisini Bölge'ye yapan Başbuğ, Kürtlere karşı AKP'ye yol gösterdi ve Erdoğan gibi Diyarbakır'ı 'fethetmek'ten söz etti
Güdümlü STÖ stratejisi
Kürtlere karşı topyekûn imha diyen Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, ilk yurtiçi gezisini Bölge'ye yaptı. Diyarbakır'da konuşan Genelkurmay Başbuğ, 'terörle mücadele' adı altında Kürtlerin siyasal ve kültürel taleplerinin bastırılmasına dönük siyasi, psikolojik savaşın önümüzdeki dönem ağırlık kazanacağının işaretini verdi. Sivil toplum örgütlerini de ordunun hizmetine koymak isteyen Başbuğ, hükümete de izleyeceği yol haritasını çizdi.
Diyarbakır'ı 'fethetmek' istiyor
'Yerel seçimlerde Diyarbakır'ı istiyorum' diyen Başbakan Erdoğan gibi Başbuğ'un da 'Diyarbakır bizim için önemli' demesi dikkat çekti. Bu durum ordunun, Kürtlerin taleplerinin bastırılması ve yerel seçimlerde başta Diyarbakır olmak üzere Kürt kentlerinin DTP'den AKP'ye geçmesi için AKP'ye destek vereceği yorumlarına neden oldu. Ayrıca bazı kesimlere peşkeş çekilen GAP konusunda Başbuğ, hükümete destek verdi. SAYFA 7'DE
Ziyarete tepki yağdı
DTP Eşbaşkanı ve Mardin Milletvekili Emine Ayna: Savaş bölgesinin ziyaret edilmesi, Ergenekon'un devam edeceğini gösteriyor.
DTP Grup Başkan Vekili Selahattin Demirtaş: Başbuğ'un görüşmesine katılanların çoğu AKP'lidir. Ziyaret savaş konseptinin parçasıdır.
Türkiye Barış Meclisi Sözcüsü Ayhan Bilgen: Onbinlerce insanın barış talebini 'teröre destek' görüp görmediklerini merak ediyorum.
KESK Genel Sekreteri Emirali Şimşek: Bu ziyarette görüldüğü gibi AKP-ordu ittifakıyla önümüzdeki dönemde şiddet tırmandırılacak.
DTP Diyarbakır İl Başkanı Nejdet Atalay: Ziyaretin AKP ve ordu arasında Kürtlere karşı bir uzlaşı olduğunu söylemek mümkün.
Diyarbakır Barosu Genel Sekreteri Serhat Eren: Genelkurmay'ın açıklamaları 2007-2008 yıllarında yapılan operasyonlarla uyumludur.
İHD Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey: Ordu kendini siyasetin üst kurumu olarak göstermek istiyor. Kürtlere mesaj veriliyor.
Psikolojik savaş dönemi
Diyarbakır'da konuşan Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, 'terörle mücadele' adı altında Kürtlerin siyasal ve kültürel taleplerinin bastırılmasına dönük siyasi, psikolojik savaşın önümüzdeki dönem ağırlık kazanacağının işaretini verdi. Sivil toplum örgütlerini 'terörle mücadele'nin parçası haline getirmek isteyen Başbuğ, hükümete de izleyeceği yol haritasını çizdi. Başbuğ'un yerel seçim öncesi 'Diyarbakır bizim için önemli' demesi dikkat çekti. Başbuğ diyarbakır'dan sonra dün Van'a geçti.
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, kuvvet komutanlarını da yanına alarak ilk yurt içi gezisini Diyarbakır'a yaptı. Diyarbakır Valisi'ni ziyaret eden Başbuğ, İHD, Diyarbakır Barosu ve Tabipler Odası dışındaki diğer 19 sivil toplum örgütü temsilcisiyle yaklaşık 1.5 saat görüştü. Başbuğ, daha sonra bir basın toplantısı düzenleyerek, PKK'yle savaşta önümüzdeki dönem izleyecekleri çizgiye dair mesajlar verdi. Başbuğ, PKK'yle savaşta sürecin kısaltılması için 'terörle mücadelenin' bütün alanlarındaki faaliyetlerin eşzamanlı ve koordineli olarak yapılmasının zorunlu olduğunu savundu. Başbuğ, bu noktada sivil toplum örgütlerinin önemine işaret ederek, STK temsilcilerinin önerilerini aldığını ve gerekirse bunları MGK'ye sunabileceğini ifade etti. Başbuğ, 'Sorunların çözümüne bizlerin TSK olarak katkısı olursa biz bundan büyük bir mutluluk duyarız' ifadesini kullandı.
Genç nüfus korkutuyor
Kara Kuvvetleri Komutanı'yken 'Dağa gidişlerin önlenmesinde devlet başarılı olamamıştır' itirafında bulunan Başbuğ'un dünkü basın toplantısında üzerinde durduğu noktalardan birini yine Kürt gençleri oluşturdu. Başbuğ, kendilerine verilen bilgilere göre Diyarbakır nüfusunun yüzde 64'nün 24 yaşının altında olduğuna dikkat çekerek, 'Bu çok önemli bir rakam. Eğer siz bu genç nüfusu iyi kullanabilirseniz, Diyarbakır'ın geleceği çok parlak. Başarısız olursanız maalesef terör açısında da bazı sorunları getirdiği aşikar' dedi ve 'dağa gidişleri önlemeliyiz' mesajı verdi.
STK'lere 'yan kol' rolü
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un Diyarbakır gezisi, PKK'ye karşı yürütülen savaşın önümüzdeki dönem psikolojik savaş boyutunda özellikle sivil ve siyasi alanda da ağırlık kazanacağının işaretini verdi. Başbuğ, Genelkurmay'daki devir-teslim törenindeki konuşmasında da 'siyasi taleplerin' kabul edilemeyeceğini savunarak, Kürtlerin yeni anayasa başta olmak üzere kimlik ve kültürel taleplerine karşı tedbirlerin alınacağının mesajını vermişti. Diyarbakır gezisi de Kürtlerin siyasal taleplerini bastırmaya dönük 'siyasi mücadelenin' önplana çıkacağını gösteriyor. Bu noktada Genelkurmay, sivil toplum örgütlerini bu süreçte etkin bir biçimde devreye sokmaya ve 'terörle mücadele' adı altında TSK'nin birer yan kolu haline getirmeye hazırlanıyor. Başbuğ'un 'genç nüfusun kazanılması'ndan söz etmesi, ekonomi ağırlıklı sivil toplum örgütleri ve hükümete dönük 'ekonomik olanaklar devreye sokularak, gençlerin dağa gidişi önlenmeli' çağrısını içinde barındırıyor.
'Gölge Başbakan'
Başbuğ'un kuvvet komutanlarını yanına alarak, Diyarbakır'a çıkarma yapması ve STK'lerle toplantı yapıp, hükümetin alanına giren konularda açıklamalarda bulunması, 'Gölge Başbakan' görüntüsünün oluşmasına yol açtı. Başbuğ, Diyarbakır ziyareti öncesi Başbakan'la iki saate yakın görüşmüştü. Başbuğ Diyarbakır'dayken, Başbakan ise Şam'daydı. Hükümetle koordineli bir biçimde Diyarbakır'a giden Başbuğ, yaptığı açıklamalarla PKK'yle savaşın siyasi boyutunda da iplerin askerin elinde olacağının mesajını verdi. Başbuğ, baştan sona 'terörle mücadele'nin sivil alandaki boyutları konusunda hükümete yol haritası çizdi.
Yerel seçim hesabı
Gezinin bir başka boyutunu da Diyarbakır üzerindeki hesaplar oluşturuyor. Başbuğ, 'Diyarbakır bizim için çok önemli bir yer' dedi ve 'Diyarbakır'ın sorunu bizim de sorunumuzdur' ifadesini kullandı. Yaklaşan yerel seçimler öncesi Genelkurmay'ın Diyarbakır'ın önemine vurgu yapması dikkat çekiyor. AKP'nin hükümetin bütün olanaklarını seferber ederek, yerel seçimlerde Diyarbakır'ı DTP'nin elinden alma hesabı dikkate alındığında Başbuğ'un Diyarbakır gezisi hesabın büyük olduğuna işaret ediyor.
İLHAN ERDEM
Başbuğ'a tepkiler
'Savaş konsepti yürürlüğe konuldu'
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un Diyarbakır'daki açıklamalarına demokratik kitle örgütleri ve siyasi parti temsilcileri tepki gösterdi.
DTP Eşbaşkanı Emine Ayna: Komuta kademesinin değişmesinden sonra Ergenekon davasından yargılananların, ondan sonra da savaş bölgesinin ziyaret edilmesi, Ergenekon'un durmak bir yana çok daha fazla hızlanarak devam edeceğini gösteriyor. Bir kez daha ortaya çıkmıştır ki, Ergenekon devlettir, devlet AKP'dir.
DTP Grup Başkan Vekili Selahattin Demirtaş: Sivil toplum örgütü dediğimiz hiçbir kurum oraya dahil edilmemiştir. İşverenleri ve meslek örgütleri katılmıştır bu toplantıya. Katılanların çoğu da AKP'lidir. Bu ziyaret yeni bir konsept değildir, bir açılım veya çözüm yönünde bir mesaj değildir. Yıllardır tekrarlanan ve uygulamada olan topyekûn savaş konseptinin bir parçasıdır.
DTP Diyarbakır İl Başkanı Nejdet Atalay: Ziyaretin, AKP ve ordu arasında bir uzlaşı olduğunu söylemek mümkün. Bir bütün olarak Kürtlerin siyasi mücadelesinin üzerine bir uzlaşı var. Özellikle de Bölge'de AKP ve ordu eş güdümlü işbirliği içerisinde çok ciddi mücadele yürütüyor.
Türkiye Barış Meclisi Sekretaryası'ndan Ayhan Bilgen: Dağdakileri indirecek bir açılım yapmadan, dağa çıkışın önlenemeyeceğini, askerlerin de politikacıların da çok iyi bildiğini tahmin ediyorum. Halkın, okuduğu gazete, oy verdiği parti, izlediği televizyon, kapatılırken, silahlı örgütün tecridinin ne kadar anlamlı ve mümkün olabileceğini askeri strateji okumuş herkes kestirebilir.
MAZLUMDER Genel Başkanı Ömer Faruk Gergerlioğlu: Bu ziyaret, Kürt sorununun kendi kafasına göre ve (devir-teslim töreni) törende yaptığı konuşmada belirtilen ulus-devletin kutsallaştırılması ile sorunu tanımayan bir yaklaşım ile yapılan bir girişim. Kendine göre suni bir çözüm arayışı. Gerçek anlamda muhataplarıyla konuşmadan çözüm bulmak mümkün değildir.
KESK Genel Sekreteri Emirali Şimşek: Sivil toplum örgütü olarak isimlendirilen kurumlarla yaptığı görüşmede, bir çözüm öngörmediği ortaya çıkıyor. Bu ziyarette görüldüğü gibi AKP-ordu ittifakı içinde önümüzdeki dönemde şiddeti tırmandırmak istiyor. Türkiye'de barışçıl bir tutum olmayacağını gösteriyor bu ziyaret.
İHD Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey: 31 Ağustos'ta düzenlenen mitingde halkın barışı haykırması üzerine Başbuğ, Bölge'ye gelerek görüştüğü kurumlardan bu süreçte kendisinin yanında yer almasını istiyor. Ordu kendini siyasetin üst kurumu olarak göstermek istiyor. Kamuoyuna gücün kendisinde olduğunu ve istemediği sürece hiçbir şeyin değişmeyeceğini göstermeye çalışıyor.
Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Faruk Balıkçı: Toplantı çözüm toplantısı değildi. Sadece Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un bilgilendirmesi oldu. Toplantıda, destek sağlama ve sivil toplum örgütlerine 'taraf olmayın' mesajı verildi. Toplantıda dağa gidişleri engellemek ve Güneydoğu'ya ekonomik yatırım yaparak PKK'nin dağ kadrosunun önüne geçmeyi hedefliyor.
Diyarbakır Tabipler Odası Başkanı Selçuk Mızrak: Kürt sorununun acil olarak çözülmesi gerekiyor. Özellikle Dolmabahçe görüşmesinden sonra AKP bu konuda tutum değiştirdi. Sorunu askere havale etti. Hiçbir sosyal ve siyasal sorun zor ve baskıcı yöntemlerle düzelmez. Demokrasinin derinleşmesiyle sorunlar çözülür.
Diyarbakır Barosu Genel Sekreteri Serhat Eren: Genelkurmay'ın açıklamaları 2007-2008 yıllarında yapılan operasyonlar ile uyumludur. Hükümet destekli operasyonlar devam etmektedir. Başbuğ'un yaptığı açıklamalar talihsizliktir. Operasyonların çözüm olmadığını biliyoruz.
ANAKARA - DİYARBAKIR / DİHA