Sayın başbakan,
Ben en azından üç kimlikli bir yurttaşım. Bu kimliklerimi göz önünde bulunduracağım.
Birincisi, bir mitingde okuduğunuz bir şiir nedeniyle ceza almıştınız. Sizi 'düşünce suçlusu (!)' ilan eden anlayışa karşı, sizi 'düşünceye özgürlük' kampanyasının bir parçası haline getiren, özgürlüğünüz için çaba gösteren insan hakları savunucusu sade bir yurttaş olarak. İkincisi, dokuzuncu babama kadar tüm babalarımın adını ve nerede yaşadıklarını biliyorum. Dokuzuncu dâhil tüm babaları, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Kürt coğrafyasında yaşayan bir Kürt ailenin bir torunu olarak.
Üçüncüsü, tüm bu babalarım İslam ilmi, ahlakı, adaleti ve hassasiyetine sahip kalarak yaşadılar. Dini inancı hiçbir dönemde siyasete alet etmediler. Hep, dini inancın kişinin yaratanına özel akit ile bağlanması olduğunu söylediler. Onların bir çocuğu olarak size seslenmek istiyorum.
Avrupa'da 'kimliklerin inkârı bir soy kırımdır' diyen.
10 Ağustos 2005 tarihinde sizi ziyaret eden aydınlara 'Adına ister kökeni Kürt vatandaşlarımızın toplumsal talepleri deyin, ister Güneydoğu veya Kürt sorunu deyin... Toplumda var olan sorunları yok saymak, demokrasinin en büyük düşmanı olan bir siyasal mühendislik çabasıdır' diyen.
12 Ağustos 2005 tarihinde Diyarbakır'da 'Türkiye gibi büyük bir devlet ve güçlü ülke, pek çok zorluğun harmanından geçti. O nedenle geçmişte yapılan hataları yok saymak, büyük devletlere asla yakışmaz. Büyük devlet, güçlü millet, kendisiyle yüzleşip hata ve günahlarını masaya yatırarak geleceğe yürüme güvenine sahiptir. Bu ülkenin başbakanı olarak, o sorun, herkesten önce benim sorunumdur. Ülkenin hiçbir sorununu yok saymıyor, her sorununu gerçek kabul ediyoruz ve yüzleşmeye hazırız' diyen siz değil misiniz sayın başbakan?
Siyaset diliyle yapılan, ancak günlük halk diline dönüştürüldüğünde 'ya seveceksin ya da terk edeceksin' anlamına gelen 03 Kasım 2008 tarihinde Hakkari'de yapılan konuşma size ait değil mi?
Diyarbakır'a gelip meydanlardan halka hitap edemediğiniz 20 Ekim 2008 günü ve sonraki günlerde bölgede meydana gelen olaylarda Doğubayazıt ilçesinde Ahmet Özkan yurttaşımız yaşamını yitirmedi mi? 7'si polis olmak üzere 90 yurttaşımız yaralanmadı mı? Onlarca çocuk, insanlık suçu işkencelere maruz kalmadılar mı? Ben mi, yoksa siz mi sebep oldunuz?
Sayın başbakan, siz ne kadar Kürtlerin, insani, meşru ve demokratik haklarının önünde set olur, onları uzaklaştırırsanız, onlarda o kadar sizi gözden uzaklaştıracaktır. Lütfen, artık bunu anlayın.
Kontrolsüz iktidar hırsı, gözleri kör, beyinleri ve vicdanları köreltmez mi?
Varlığını, kimliğini ve haklarını inkâr eden insanların bırakın kendilerine, size ve bu ülkeye faydası olur mu?
Otuz iki medeniyete ev sahipliği yapan kadim kent Diyarbakır'ın kadim halkı Kürtler, size ev sahipliği yapmayacağız, sizi ağırlamak istemiyoruz demediler mi? Duymadınız mı? Duymak mı istemediniz? Yoksa ölümler olsun, acılar yaşansın diye bilerek ve isteyerek mi geliyorsunuz?
Bu ülkede, başbakanlık düzeyinde, yalnızca iki kişi Diyarbakır meydanlarından halka seslenememiştir. Bunlardan biri sizsiniz sayın başbakan.
Diğeri merhum Alpaslan Türkeş'tir. Merhum da sizin gibi, 24 Haziran 1975 tarihinde ille de Şeyh Said'in asıldığı Diyarbakır Dağkapı meydanından halka hitap edeceğim demişti. Bu ısrarı, biri asker olmak üzere üç genç insanımızın yaşamını yitirmesine yol açmıştı. Israr etmeseydi üç ailenin ocağına o gün ateş düşmemiş olacaktı.
Ama, istemesine rağmen, ikinci defa konuşamayan ilk ve tek kişi olmayın sayın başbakan.
Dünyada, kitaplar dolusu ölüm, acı ve yıkımı bir 'özür dileme' ile affedebilen onurlu halklar olmuştur. Kürt'ler de bu halklardan biridir. Affetmenin bir erdem olduğunun idraki içindedirler.
Sizin onlara, aynı zamanda bana da bir özür borcunuz var sayın başbakan. Bunu bekliyoruz. Ve Hz. Eyyüp Nebi sabrıyla beklemeye devam edeceğiz. Ancak taş çatlamak üzere.
Size, ameliniz kadar şefaat diliyorum sayın başbakan.
Başbakana Mektup!!! Sonuna Kadar Okuyalım Please
Gönderen Kurdish zaman: 07:33 Etiketler: başbakan, recep tayyip erdoğan, sayın başbakan
Heval
0 yorum:
Yorum Gönder